Hava açıktı. O gün gökyüzü gerçek bir gök
mavisiydi. Büyük şehirlerin kaderi gibi görülen hava kirliliği de; sırra
kadem basmıştı sanki. Etrafa tatlı ve rehavet verici bir hava akımının
rüzgar serinliği başladı. Bütün caddeler insanlarla, mağazalar da çeşit
çeşit mallarla doluydu. Caddeler insan selini kaldıramazken koca Ulu
cami, ikindi namazında ancak üç saf olabilmişti. Caminin üzerinde
muhteşem bir tarihin izleri vardı. Gün; koşuşturma ile geçmiş,
yürümekten yorulmuşlardı. genç müteahhit:
- "Bir yerlerde biraz oturalım."
dedi. Arkadaşı:
- "Bir yer biliyorum oraya gidelim." diye cevap verdi.
Caddeler, artık insan ve araç yükünü taşıyamaz olmuştu. Yeşil alan
olarak ayrılan bir yer; delik deşik edilmiş hızla bir otopark inşaatı
devam ediyordu. İnşaattaki devasa vinç kule, Osman Gazi türbesine doğru
baş kaldırmıştı. Altıparmak'a batı yönünden gelen caddenin karnı
yarılmış, toz toprak içinde çalışan kazıcının hırıltısı caddenin
gürültüsüne karışıyordu. Osman Gazi türbesinin bulunduğu tepeden
baktığınızda; Bursa genelde ayak altında kalır. Şehir merkezinde; hava
koridorları olmayan önü veya sonu kapalı caddeleri olan, yeşil alandan
mahrum çarpık yapılaşmayı görürsünüz. Bursa'nın yeşili gitmiş,
betonlaşmanın kızılı gelmiş olduğu görülürdü. Tepe etrafında yapılan
yürüme merdiveni Osman Gazi'nin bilinçsiz ve şuursuz torunlarına; aşk
merdiveni olarak hizmet vermeye devam ediyordu. Hemen hemen her oturakta
sarmaşıkvari oğlan ve kızları görmek mümkündü. Televizyonla kazanılmış;
bu batı tarzı yaşamı hazmedebilenlerin yerleri haline gelmiş. Düşünen
insanın değerinin olmadığı hatta hapsedilen bir ülkede; bu gençlerin
yaptıkları normal, düşünenlerin durumu anormaldi sanki. Hey gidi hey,
Osman Gazi atam; yattığın şu yerde rahat mısın? Şu bir kulağı küpeli,
saçları ensesinde, ağzında sigara ve yanında on dört yaşında
erdemliliğinden habersiz; kol kola sigarasına eşlik eden şu genç; kız
senin torunların mı? Hem de yatmakta olduğun türbenin yanı başında.
Ucube, zalim bir imparatorluk olan Bizans'tan aldığınız yer yüzünün en
muhteşem ve nadide topraklarını; geçmişini ve asli vazifesini unutan bu
nesile mi bıraktınız? Sana yapılacak sitem bile haksızlık sayılır. Ya
sen Galip Hoca, her şeyin hercü merc olduğu, Osmanlının son demlerini
yaşadığı ve ulusal bir kurtuluş Savaşının yaşandığı günlerde çıktığın
cami minberlerinde ve meydanlarda " Hala dağınık mı kalacaksınız? Hala
ne zaman silkinip toparlanacaksınız. Yunanın entarili askerlerinin
toprağınızı ve namusunuzu kirletmesini mi bekliyorsunuz?" diye
sesleniyordun. Sizler, perma perişan yokluk ve sefaletle can yoldaşı
olduğunuz, yedi düvelin leş yiyen kargalar gibi Osmanlının mirasına
üşüştüğü günlerde bu milleti ayakta tutmasını, Savaşıasına ve onurunu
kurtarmasına öncü oldunuz. "Siyaseti ve demokrasiyi kıyma makinesi
yapan, acımasızca ve şuursuzca muhteşem bir geçmişi olan bu milleti
nereden geldiğini ve nereye gideceğini bilmeyen mefkuresiz bir millet
haline getirdiler. Ağlanacak halimize güler olduk." duyguları içinde
hayıflanıyordu müteahhittin arkadaşı. Vatan yalınız verimli toprakları,
güneşli sahilleri, yemyeşil ormanları, asfalt yolları ve mamur şehirleri
dar bir toprak parçası değildir. Vatan: muazzez şehitlerin kanlarıyla
yoğrula yoğrula kutsileşen mümbit ovalardan taa kıraç tepelere varıncaya
kadar şüheda fışkıran ve şairin: "Bayrakları bayrak yapan üstündeki
kandır. " "Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır. "Mısralarında
ifadesini bulan bir bütündür. "Bunlar mı kağanların, hakanların,
padişahların torunları? Bir zamanlar Yunus'ları, Mevlana'ları, çıkaran
toğlumda, şimdi bir zerresini bulamamak ne acı. " " doğruya karşı
kadife, hasmına karşı çelik olanlar nerede? Kötüye karşı Allah'ın
gazabı, mazlumu koruyan Allah'ın kılıcı Türkler bu gün nerede? Savaşıa
düşman eli değmemiş fakat barışta düşmana karış karış satılmak, istenen
şu mübarek vatanı ve Türkiye'nin acı kıranlığı içinde yaşayanlar nerede?
Bir Bilge çıkmalı yine ve Ey Türk titre ve kendine dön demeli. "
duyguları içinde hayıflanıyordu müteahhittin arkadaşı. Osman Gazi
tepesinin etrafında; eski iğreti şekliyle kalan tek yer "Yahudiler
mahallesiydi. "Anlaşılan onlara da şu veya bu sebeple inşaat izni
verilmemiş olmalıydı. Paralarını ticarette değerlendirerek; gayri
menkule yatırım yapmayan bir toplumun veraseti devam ediyor olmalıydı.
İki arkadaş; yan yana "Yahudiler sokağına"yöneldiler. Yolun; ortasına
kadar üzerlerinde içki bardakları bulunan masaların arasından bakınarak
yürüdüler. Yoldan geçenleri rahatsız edecek kadar bir içki kokusu sokağı
baştan sona kaplamıştı. Anlaşılan geceleri alem yerleriydi buralar.
Karşılıklı barlar; aralıklarla peş peşe sıralanmıştı. Kapalı olduğundan
sakin ve sessizdi. Kapıların üzerinde; metalik bir yazı vardı. " damsız
girilmez. " dam ne idi? Dam kelimesi; Türk kültürüne tamamen yabancı ve
sonradan girme bir kelimeydi. " dam"Türkçe'de evin üst tepe kısmına
verilen addı. Aslı; Fransızca bir kelime olan; " dansta erkeğe eşlik
eden kız", Farsça'da "tuzak kurmak, birini aldatmak için hazırlanmış
hile ve tuzak"anlamındadır. Tecrübesiz genç kızlar; bu yerlere
getirilerek yalan ve hile ile içki ve uyuşturucuya alıştırılan yerler
değil miydi? Hatta daha ileri gidilerek nice genç kızların kızlık
değerlerinin yitirildiği yerler değil miydi? Bunu bilmeyen, bunu
anlamayan kaç masum var bilinmez ama bu yıllardan beri böyle devam edip
gidiyordu. Sanki kimin umurundaydı. Batılılaşıyoruz ya! Ne menem bir
batılılaşmaysa. Kendi milli değerlerinin ve ruhunun zıddına inat.
Galiba, "battı balık yan gider"tabiri ne kadar uygun düşüyor halimize.
Müteahhit: "Nereye götürüyorsun. "Arkadaşı : "Benimle gelmez misin? Az
kaldı. "Sokağı boydan boya geçtiler. Sokağın sonunda; dış cephesi mavi
renkli, tamir Görmüş; Osmanlı'dan kalma tarihi bir yapı çıkmıştı
karşılarına. Kapı üstüne monte Edilmiş küçük bir levhada "KONAK
CAFE"yazılıydı. Dış kapısı sokağa çıkıyordu. Avlusu da yoktu. Önünden
geçen sokak; ilerleyip mahalle arasında kayıp oluyordu. "Konak
Cafe"yönünü Osman Gazi'nin türbesinin bulunduğu kuzeyden zikzaklı
yapılmış; iğreti dik merdivene bakıyordu. Alt katı boş olan Cafe 'ye
girdiler. İçeride bir iki esmer çekik gözlü Orta Asyalı genç; holdeki
masa etrafında oturmuş ellerindeki sigaralarından çıkar dumanların
altında ağır ağır konuşuyorlardı. Bir an duraksadılar. Girişin sağ yan
tarafında dörder sandalyeli üç masa vardı. Solda dik bir merdiven üst
kata çıkıyordu. Holün solunda bir önü yükseltilmiş bir insan başının
gözüktüğü bir yükselti, ocak ve malzeme dolapları vardı. Az ileride bir
ufak renkli televizyon kendine yüksekte bir yer bulmuştu. Bir kaset
çalardan sesi olup; sözü olmayan bir fon tipi Türk müziği salonu
dolduruyordu. Birilerinin birileri ile buluşma yeri olarak ayarlanmış
görüntüsü veriyordu sanki. Eskiden; İktisadi Bilimler akademisi, bu gün
ise emniyet müdürlüğü olarak kullanılan binanın arka yan köşesinde. Bir
görevli genç : "Buyurun efendim" dedi. "Şu yana oturalım" dedi
müteahhittin arkadaşı. Üst kata çıkmak istemediler. Küçük kare masa
üzerinde vişne renkli ipek saten örtü vardı. Üstünde örtüyü kaplayan
masa camı ve üzerinde kül tablası vardı. Giriş holü; yandan ayaran
aralığa gerilmiş üzerinde beyaz güller bulunan tül takılıydı. Tüllerin
asıldığı noktalara yeşil ve kırmızı renkli yapma "yaprağı
güzel"çiçekleri salınmıştı. görevli genç: " Efendim, soğuk - sıcak ne
içersiniz?" dedi. "Nascafe. " "Süt katalım mı?" " Hayır, Sade olsun. "
"Siz efendim. " genç müteahhit: "Aynı olsun" dedi. Hizmetli genç gitti
ve geri döndü. "Su ısınmak üzereymiş biraz bekleyebilir misiniz?"
"Mümkün" dedi müteahhittin arkadaşı. Gün pazartesiydi. Köy
hizmetlerinden aldıkları, doksan yedi yılı ödeneği bulunmayan ihaleyi
değerlendiriyorlardı. İhalesi yapılan yerlerin önceden yerleri de
görülmüş değildi. İhale şöyle veya böyle kendilerinde kalmıştı. Ne
getirir, ne götürür bilinmezdi. Bu iş mutlaka yapılacak ve başarılması
gerekiyordu. Kaçmanın veya teminatı yakmanın hiçbir anlamı olamazdı. Bu
memlekete yerleşmenin iş yapmanın bir başlangıcını teşkil edecekti.
Bütün gayret ve çaba yüz akı ile çıkmak için olmalıydı.
17 Ekim 2016 Pazartesi
Konak Cafe
Yaşanmış Hikayeler
Etiketler:
Yaşanmış Hikayeler
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder