-->

Komikler Burada

En Komik ve En Eğlenceli Fıkralar, En komik Videolar, En komik Resimler, En Güzel Hazır Mesajlar.

30 Eylül 2016 Cuma

Kabağın da Sahibi Var

Vaktiyle Kalenderîye yoluna mensup bir derviş, nefisle mücahede makamının sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonraki makam Kalenderilik makamıdır. Yani her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir. Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir. Saç, sakal, bıyık, kaş ne varsa hepsinden. Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.

Anlayabilmek

"Satılık Köpek Yavruları" ilanının hemen altında küçük bir çocuğun başı gözüktü ve çocuk dükkan sahibine sordu:
- "Köpek yavrularını kaça satıyorsunuz?"
Dükkan sahibi:
- "30 dolarla 50 dolar arasında değişiyor fiyatları" dedi.

Anamı karıştırma bu işe

- "Güvenliğiniz için bir kaç soru sormam gerekiyor."
- "doğum yeriniz?"
- "Erzurum"
- "Doğum tarihiniz?"
- "23 ocak 1957"

Biletimi Yırttı

Temel, oğlu Hasanı ödüllendirmek için para vermiş ve sinemaya göndermiş. Hasan gişeden biletini almış ve salona girmiş ancak biraz sonra aglayarak dişarı çıkmış. Gişedeki kız Hasan in yanına gidip ne olduğunu sorunca Hasan da : -Kapidaki amica piletumi yirttu.

Otel müşterisi

Temel, seyahate çıkmış. Uzun zaman evinden ayrı kalmış. Bir akşam bir kente gelip küçük bir otele inmiş. Odasına yerleştikten sonra, aşağıya telefon etmiş. Telefonu otelin sahibi açmış. Temel, ne istediğini söylemiş: “Bana bir fahişe bulup gönderin.” Bunu söyledikten sonra telefonu kapatmış. Otelin sahibi şaşırmış. Yanında duran karısına dönmüş: “Demin gelen müşteri kadın istiyor.” Otelin sahibinin karısı öfkeden deliye dönmüş: “Terbiyesiz adam, ne zannediyor bizim otelimizi. Hemen git

Süzme o süzme

Temel'in 8 tane çocuğu varmış ama hepsi de birbirinden salak, geri zekalıymış. Temel ve karisi Fadime doktora gitmişler. Durumu anlatmışlar. Biz artık çocuk istemiyoruz demişler. Doktor bunlara 1-2 kutu prezervatif vermiş. Nasıl kullanılacağını falan anlatmış yollamış. Neyse bunlar kullana kullana bir gün prezervatifleri kalmamış. Temel kara kara düşünmeye başlamış. Ne yapsak ne etsek diye. Fadime “Dur ben sana dantelden örüvereyim” demiş. Ölçüyü falan almış 1-2 gün içinde örmüş.

Yoldan Güzel Geçmek

Bir kral halkı için geniş bir yol yaptırmaya karar verdi.Yapımı tamamlanan yolu halka açmadan önce, bir yarışma düzenlemeye karar verdi. Isteyenin bu yarışmaya katılabileceğini ilan ettiren kral, yoldan en güzel geçecek kişiyi belirleyecegini söyledi. Yarışma günü, insanlar akın ettiler. Bazıları en güzel arabalarını, bazıları en güzel elbiselerini getirmişti: Kadınlardan kimileri saçlarını en güzel biçimde yaptırmıştı, kimi de yanlarında en güzel yiyecekleri getirmişti. Gençlerden bazıları spor kıyafetler içinde yol boyunca koşmaya hazırlanıyordu. Nihayet, tüm gün insanlar yoldan geçtiler, fakat yolu kat edip tekrar kralın yanına döndüklerinde hepsi aynı şikayette bulundu: Yolun bir yerinde büyükçe bir taş ve moloz yığını vardı ve bu moloz yığını yolculuğu zorlastırıyordu. Günün sonunda yalnız bir yolcu da bitiş çizgisine yorgun argın ulaştı. Üstü başı toz toprak içindeydi, ama krala büyük bir saygıyla yönelerek elindeki altın kesesini uzatti: "Yolculugum sırasında, yolu tıkayan tas ve moloz yığınını kaldırmak için durmuştum. Bu altın kesesini onun altında buldum. Bu altınlar size ait olmalı." Kral gülümseyerek cevap verdi: "O altınlar sana ait delikanlı." "Hayır, benim değil. Benim hiçbir zaman o kadar çok param olmadı." "Evet" dedi kral. "Bu altınları sen kazandin, zira yarışmanın galibi sensin. Yoldan en güzel geçen kişi sensin. Çünkü, yoldan en güzel geçen kişi, ardından gelenler için yoldaki engelleri kaldıran kişidir !"

Sen de Haklısın

Kadılık yaptığı sırada Nasreddin Hoca'ya bir adam gelip başından geçen bir olayı anlatmış. Giderken sormuş:
- "Haklı değil miyim Hocam?"
- "Haklısın," demiş Hoca. Biraz sonra başka biri gelmiş, aynı olayı kendi yorumuna göre anlatmış. Sonra sormuş:
- "Haklı değil miyim Hocam?" Ona da:
- "Haklısın," demiş Hoca. Adam gittikten sonra karısı içeriden seslenmiş:
- "Efendi ikisine de haklısın dedin, birisi haksız olmalı değil mi?" dediğinde:
- "Sen de haklısın Hanım" demiş Hoca.

Açım

Dursun bir kıza aşık olmuş. Aşkındandan şiir yazmış. Şiiri: Sabahları yemek yiyemiyorum. Çünkü seni düşünüyorum Öğlenleri yemek yiyemiyorum. Çünkü seni düşünüyorum Akşamları yemek yiyemiyorum Çünkü seni düşünüyorum Geceleri uyuyamıyorum. Çünkü açım.

Başkan adayı

...PARTİSİ GÖMBE BELDESİ BELEDİYE BAŞKAN ADAYI
Kaş ilçesi Çukurbağ köyü doğumlu olup orta tahsilimi Kaş orta okulunda, Lise tahsilimi ise farklı toplumların kültürünü merak ederek incelemek hemde değişik oğretmenlerden farklı ders verme biçimlerinden faydalanarak kültürümü arttırmak amacı ile 4 ayrı lise den sırası ile Elmalı Lisesi, Fethiye Lisesi, Manavgat lisesi, en Son Korkuteli lisesini okuyarak tamamladım. Daha sonra Eskişehir F, K, B yani Fizik, kimya, Biyoloji Yüksek okulunu okurken bayan bir öğretim üyesinin bana aşık olması ve bu aşıklığın kavgaya dönüşmesi sonucu okulu terk etmeme zorlanarak okulu bitiremeden ayrıldım. Ancak geri kalan kısımlarının kitaplarını okuyup inceleyerek bu okulu bitirmiş gibi kendimi hazırladım. Hayatımın bundan sonraki bölümü ise İzmir’de Otel İşletmeciliği, İstanbulda Marmara melamin tapak faprikasında yine İstanbulda Lüks Fitil Fabrikasında Teknik eleman ve yönetici olarak çalıştım. O dönemlerde İstanbulda Yenikapıda Erol Taş’ın kıraathanesinde Erol Taş ile tanışarak bir gün bana Sende Çekiçi Bir erkek görünümü ve hareketlerin davranışlarında artist bir karaktere sahip olduğunu söyleyerek sana yadımcı olacağım diyerek yönetmenle tanıştırması sonucunda küçükken hayal edip durduğum artist olma amacına ulaşarak bazı filimlerde rol alarak oynadım. Ancak üstün başarımı çekemeyen bazı kişilerçe tehdit edilerek, yalnız biri olmam çevrenin olmayışı nedenleri ile istanbulu terk etmek zorunda kalarak Memleketim olan Antalya Kaş ilçesine dönmek zorunda kaldım. Bundan sonraki Yaşamım ise: Kaş Adliyesinde 11 sene memurluk yaptıkdan sonra, her alanda genel kültürümün Enternasyonel’in üzerinde olması, İlimsel araştırmalarımla kabuğuna sığmayaçak duruma gelerek yapmış olduğum memurluğu küçük görmeye başladım. Bu zamana kadar okuduğum 1000’i aşkın kitap ile birlikte Dünya üzerinde Yaşamış ve Hala yaşayan devlet ve Uygarlıkların, yönetim ve yaşayış biçimlerini araştırarak Hangi uygarlık ve devletlerin neden daha uzun ve istikrarlı yaşadıkları ve Hangi uygarlıkların daha kısa istikrarsız yaşadıklarını sepep ve sonuçları ile birlikte araştırarak ve bunlardan örnekler çıkararak bir YÖNETİM biçimi ortaya çıkardım. Bu araştırmalarıma Toplu Yaşayan Arılar, Karıncaların bir arada kavgasız nizasız bir BEY’in yani Başkanın yönetme şekli ile insanlardan daha güzel ve demokratik biçimde yaşayışlarını inçeleyerek geliştirdim. Bu nedenle Türkiyemizin yönetme biçimlerine katkıda olacağımı kendimde hissederek 1995 genel seçimlerinde Milletvekili adaylığımı koydum ancak maddiyetsizlik nedeniyle kaybettim. Bu arada Avrupa’ya nazaran Türkiyede paran varsa varsın Paran olmassa Ne kadar akılı olursan ol ne kadar bilgili olursan ol Sen de yoksun parolasını anladım. Bundan Sonra Yine Kendi imkanlarımla Güzel Türkiyemizin Her bir Yanını Evliya Çelebi misali adım adım gezerek Yörelerdeki Toplumların Yaşayış ve Kültürlerini, Ayrıca anadoludaki aşamış olan uygarlıkların bu güne dek bıraktıkları kültürü ve yapıtlarını inçeleyerek notlar alıp dökümanlar yaptım. Bu gezi sonuçunda Kendi Kalemimden DERLEDİKLERİM adı altında roman yazmaya başladım hala bu romanı bitirmeye çalışıyorum. Bu romanı öyle bir özenle hazırlıyorumki okuyucuların kitabı okudukça bir daha okuyası geleçek şekilde, sürüklenip gideçek şekilde farklı bir yazış biçimde hazırlıyorum. Bu arada senoya yazma çalışmalarımada başladım. Anadoluda gezdiğim Yerlerdeki bütün belediye çalışmalarını Hoşuma giden Şehirlerin planlarını, Buna ilaveten Güzel görünümlü Avrupa kentlerinin pilan ve yerleşim biçimlerinide inçeleyerek kendimde tam belediye başkanı görevini yapabileçek bir şeylerin oluştuğunu hissederek, yeni kurulacak GÖMBE Beldesinin eşi ve benzerine az rastlanan dünyanın dikkatlerini üzerine çeken, her gün her zaman basın ve Televizyonda bahsedilen şirin ve görkemli bir şehrin temel taşlarını kısa bir zamanda meydana getireçek vasflar sahip olduğuma güvenerek bu beldenin Yani GÖMBE’nin belediye başkanlığına soyundum. Gömbe halkına şimdiden müsdeler olsun. Bu fırsatı kaçırmayacak olan gömbe halkıdır. Sayın Sevgili GÖMBE halkına sesleniyorum bu bir fırsattır. Bu vasıflara sahip, bu denli akıllı ve kültürlü bir Belediye başkan adayını Tirilyonlarca para verseniz, veya çok önçeden sipariş etseniz yine bulamazsınız. İyi düşünülmesi lazım olan bir konu. Kaş belediye Başkanlığını GÖMBE’ye değiştim. Yani Kaş’ı GÖMBE’ye feda ettim. anlarsanız bu işe giriştim Takdir, ve Düşünme, Karar verme sevgili GÖMBELİLERİNDİR. Ali .

Seni seviyorum

10 kişiyi öldürmekten ömür boyu hapis mahkumu olan adam hapisten kaçar. Kaçarken önüne çıkan bir eve girer ve yataklarında uyumakta olan bir çifti esir alır. Adamı bir sandalyeye, kadını da yatağa bağlar. Bir an etrafına bakınıp kadının üstüne atlar ve boynunu öpmeye başlar. Aradan bir dakika bile geçmez, mahkum yeniden ayağa fırlar ve odayı terkeder. Bunun üzerine adam karısıyla konuşmaya başlar; - “Sevgilim, bu adam yıllardır kadın görmemiş. Boynunu nasıl öptüğünü gördüm. Sanırım geri gelince seninle birlikte olmak isteyecektir. Aman ne derse yap, onu sinirlendirme, sadece memnun olmasını sağla’ki burdan sağ çıkabilelim. Unutma hayatımız buna bağlı. Dayanıklı ol ve unutma, seni seviyorum!”. Kadın bu sözler üzerine gülümser ve sakince konuşur; - “Haklısın sevgilim bu adam yıllardır kadın görmemiş ama o sırada benim boynumu öpmüyor, kulağıma senin çok yakışıklı olduğunu, seni çok beğendiğini söylüyordu. Hemen ardından’da bana vazelinin banyoda olup olmadığını sordu. Dayanıklı ol ve unutma, bende seni seviyorum!”.

Rahip amca

8 - 9 yaşlarında bir çocuk var, bu çocuğun en sevdiği şey yatak odasındaki dolaba girip oyuncak beyaz ayısı ile oynamak. Yalnız bu duruma annesi çok kızıyormuş çünkü kocası yokken sevgilisini eve getiriyormuş. Yine bir gün annesi sevgilisi ile dışarıda iş üzerindeyken çocuk dolapta beyaz ayısı ile oynuyormuş. Bu sırada kadının kocası gelmiş kapı çalınmış, kadın panik ile adamı dolaba sokmuş. Bu sefer kocasıyla dışarda sevişmeye başlamışlar. Bu sırada içerde çocuk ve adam karşı karşıya oturuyorlar. bir süre sonra * Amca, * Efendimı * Benim bi beyaz ayım var. * Eee.ı * Sen onu alıcaksın * çocuğum ben koca adamım ne yapıyım ayıyıı * yok yok alıcaksın. * Almıcam ulan * Alıcaksın, yoksa çıkar babama söylerim * Peki peki sus. ne kadar ı * $50 * Hadi lan . ben $50 vermem ona * Peki bende çıkar babama söylerim. * peki peki . al şunu . aradan bi süre geçmiş. * Amca * ne varı * ayımı geri ver. * hadi lan ben ona $50 saydım. * vericeksin, yoksa çıkar babama söylerim. * peki lan velet al sus şunu. biraz sonra * Amca. * ne var * benim beyaz ayı varya. * eee .ı * sen onu geri alıcaksın $100 * Hmmppf ! Bu böyle sabaha kadar devam etmiş. çocuk Adamın cebindeki tüm parayı almış. Ertesi gün gitmiş. Paralarla kendisine bir bışıklet almış. Eve dönmüş annesi bışıkleti görmüş *bunu nerden buldunı demiş O da *yerde para buldum onunla aldim demiş. Annesi *Olmaz çocuğum sen günah işlemişsin, git bışıkleti geri ver, parayı geri al . sonra o parayı kiliseye bağşsla. gitmişkende parayy nasyl bulduğunu anlat ve günah çıkar demiş. Çocuk istemeye istemeye gitmiş, bışıkleti geri vermiş, parayı almış. sonra parayı kiliseye bağışlamış ve günah çıkarma odasına girmiş. Rahip kabinin diğer tarafından seslenmiş *Buyur çocuğum * Rahip amca benim bi beyaz ayım var Rahipten gelen cevap: *S.tirrrrr gitt laaaaaaaaaaaaaaaaaaaaan.!

İnek

3 erkek çocuğu olan bir ailenin bir de inekleri var ve ineklerini çok seviyorlar, herşeyleri canları, ciğerleri o inek. Bir gün evin annesi ahıra gidip bakıyor ki inek ölmüş. O da hemen orda kriz geçirip ölüyor. Sonra en büyük oğlan ahıra gidiyor, bakıyor ki inek de anne de ölmüş buda intahar etmek için boğaz köprüsüne gidiyor. Tam atlayacak iken bir peri kızı geliyor. (Peri kızı da taş ki ne taş). Oğlana; - ‘‘beni beş kere *ikersen hem ineği hem de annenizi diriltirim’’ diyor. Tabii büyük oğlan hemen; - ‘‘tamam’’ diyor. Gel gelelim iki diyor üç diyor dördüncü de kalıyor. 5. yi yapamayıp kendini köprüden atıyor aşağı. Sonra ortanca oğlan geliyor ahıra bir bakıyor ki anne ve inek ölmüş. Oda gidiyor köprüye. Peri kızı yine geliyor bu sefer beni; - ‘‘on kez *ikersen ineği’de annenizi’de abinizi’de diriltirim’’ diyor. Oğlan bir başlıyor o da en son 8 e kadar gelebiliyor. O da kendini atıyor köprüden. En son da küçük oğlan geliyor ahıra bir bakıyor ki anne ölmüş bu da gidiyor köprüye. Peri kızı geliyor yine; - ‘‘Bu seferde beni 15 kere *ikersen 4’ünüde diriltirim’’ diyor. Bunun üzerine küçük oğlan 18 olmazmı’’ diyor. peri kızı; - ‘‘olur’’ diyor. Oğlan; - ‘‘ya yirmi olsa’’ diyor. peri kızı; - ‘‘tabbii o da olur’’ diyor. Oğlan bu sefer; - ‘‘25’de olurmu’’ diyor. Tamam deyince peri kızı, oğlan gözleri parlayarak; - ‘‘Bak sonra inek gibi ölmek yok ama’’.

Rücu Sanatı

19.Yüzyılda Mora'da doğup büyüyen ve divanındaki bir şiirden Moralı Süleyman adlı bir şeyhin müridi olduğu anlaşilan Sümbülzade Vehbi, hece ve aruz vezniyle yazdığı şiirlerle tanınır.Vehbi, divan edebiyatı türlerinden “rücu” şiirleriyle ün yapmıştır.”Rücu”, mesajın ilk satırında tahmin edilenden çok farklı olduğunu ikinci satırda anlatan bir sanat tarzıydı. Rivayete göre, padişahın “bana öyle bir beyit söyle ki, ilk satırın “cellat!”diye bağırırken, ikinci satırın sonunda sana bir kese altın vereyim”emri üzerine Sümbülzade Vehbi'nin hazırladığı divan edebiyatının en güzel ve en eğlenceli rücu orneğini aşağıda bulacaksınız Sözlük Rücu:Dönmek(sözünden dönmek) Bezm:Toplantı Zer:Altın Drahsan:Süslü Nevcivan:Genç kiş Dest:Ayak Sahtiyan:Kuzu derisi Nagihan:Aniden Saduman:Mutlu, sevinçli ***************** Bezm-i hamam edelim, sürtüşürem ben sana, Kese ile sabunu, rahat etsin cism-ü can ****************** Lal-u şarap içirem ve ıslatup geçirem, Parmağına yüzüğü, hatem-i zer drahsan ****************** Eyil eyil sokayım, iki tutam az mıdır ? Lale ile sümbülü kakülüne nevcivan ***************** Diz çökerek önüne ilik ilik akıtam, Bir gümüş ibrik ile destine ab-ı revan ***************** Salınarak giderken,ardından ben sokayım, Ard eteğin beline, olmasın çamur aman. ***************** Kulaklarından tutup dibime kadar sokam, Sahtiyandan çizmeyi, olasın yola revan **************** Öyle bir sokayım ki kalmasın dışarda hiç Düşmanın bağrına hançerimi nagihan *************** Herkese vermektesin, birde bana versen, Avuç avuç altını, olsun kulun saduman *************** Eğer arzu edersen ben ağzına vereyim, Yeterki sen kulundan lokum iste her zaman *************** Sen her sabah gelesin, ben Vehbi'ye veresin, Esselamü aleyküm ve aleykümselam

5 Sterlin

2.Dünya savaşı esnasında İngiltere Başbakanı Churchill konuşma yapmak üzere bir taksiye binerek radyoya gitmektedir. Radyo ya gelince taksiyi durduran Churchill : - Beni 20-30 dakika bekle tekrar döneceğim. Taksici : - Malesef efendim. Ben Başbakanı dinlemek üzere eve gideceğim. Taksiçinin bu duyarlılığından dolayı memnun olan Churchill taksiciye 5 sterlin bahşiş verir. Karanlıkta Churchill i tanımayan Taksi şöförü: - S*kerim Churchill i, emrinizdeyim efendim.

Bir Karafatmanın Dramı

Dün gece yine ölümle burun buruna geldim. Kendime bir zarar geleceginden değil ama karim Cemile ne yapar sonra. Biz akşam yemeğimizi genelde saat 11-12 gibi yerdik, ama ev sahiplerimizin misafiri geldiğinden geç vakitlere kadar oturup yatmadilar. Neyse ki konukların gitmesiyle birlikte uykuya daldilar. Bir süre ortaligin sakinlesmesini bekleyip, yiyecek toplamaya başladım. Bugün misafirler geldiği için menü çok zengindi. Pasta ve börek kirintilarına bayiliriz. Her neyse ben nevaleyi toplarken birden mutfagin isigi yandi ve "Aaaaaa! Karafatma" diye bir ses duydum. Salak adam, ben bir erkegim Fatma da nereden çikti. Benim adim Ismail. Böyle seyler delikanlıyi bozar. Hadi beni karimla karistirdin diyelim. Sen ne kadar korkak bir adamsin. Benim kaç katim büyüklügünde olmana ragmen bu bagiris da ne böyle? O korkunç sesin kesilmesiyle birlikte,sanki ben ona bir şey yapmışim gibi beni kovalamaya başladı. Inanin o kadar da dikkat ediyorum, tabak, çanak bardak üzerinde dolaşmamaya çünkü bu dingilin karisi çok titiz. Bazen diyorum ki bu gicikların misafiri Geldiğinde git ortalarda dolaş böylelikle utanilacak duruma düssünler..Ama yapamiyorum iste. Ne olursa olsun, ekmek yediğin tekneye kötü gözle bakmamak gerekir. Ben eve geldiğim ilk yıllari hatirliyorum da ne güzeldi o günler. Rahmetli kayinbabam ve kayinvalidem beni evlerine kabul etmişlerdi. O zamanlar rahattik, çünkü ev sahibimiz Riza amca kördü. Bu sebeple evin her yerinde serbestçe dolaşabiliyorduk. Hatta Riza amcayla aynı sofrada yemek yediğimiz günlerde oldu. Gerçi bizleri görebilseydi nasıl davranirdi bilmem ama o hep yüregimizde yasayacak. Riza amcanin durumu pek iyi sayilmazdi, memur emeklisiydi. Bu evde rahmetli karısınınmis,bu yüzden yiyecek konusunda bu kadar fazla seçenegimiz yoktu. Ama daha mutlu ve huzurluyduk. Riza amca bir gün görünmez kazaya kurban gitti.Gerçi onun için bütün kazalar görünmezdi. Riza amcanin topraga verildiği gün biz de oradaydik. Karsi komşusu Osman Zeki bey bize geldiğinde ceketini asmıştı. Biz de bunu firsat bilip ceketin cebine girdik. Ardindan Osman Zeki beyle birlikte mezarliga doğru yola koyulduk. Riza amcanin üç tane oglu vardi ama bugüne kadar sadece nüfüsta gözüküyorlardi. Hayirsizlar daha ilk günden evi satisa çikardilar. Evi su anda oturan adam ve karisi satin aldi. Eve ayak basmalariyla kayinbabam ve kayinvalidemi öldürmeleri bir oldu. Adam sonra igrenerek cansiz bedenleri kagida sararak çöpe atti. Sanki kendisi çok temizmis gibi. Halbuki tuvaletten çiktıktan sonra ellerini yikamadiğina defalarca sahit oldum. Şimdilerde kendine üzerinde rahmetli kayinvalidemin resmi olan bir ilaç almış, durmadan üzerimize sıkıp duruyor Kayinvalidem Sultan hanım gençliginde fotomodel olduğu için bu tür ilaçların üzerinde resmi bulunuyor. Hatta bir iki reklam filminde de oynamisti. Ama evlenince mecburen bıraktı. Çünkü kayinbabam tam bir Osmanli erkegiydi. Bugüne kadar rahmetli Riza amcanin anisina bu evde oturduk, artik daha fazla dayanacak halimiz kalmadi. Ese dosta haber saldik. Kendimize göre bir ev bulur bulmaz tasinacagiz buradan. Belki de sizin evinize yerleşiriz hayat bu belli mi olur?

60 Yıllık Aşk

Dondurucu soğukta bir an önce evime varabilmek için hızla yürürken, ayağımın ucunda bir cüzdan gördüm. Hemen aldım. Sahibini gösteren bir kimlik vardır diye acele acele açtım. İçinde üç dolar ve sararıp kat yerleri yıpranmış eski bir zarftan başka birşey yoktu. Sol üst köşede yalnızca gönderenin adresi, alıcı adresi yerinde bir posta kutusu numarası vardı. Bir ipucu bulabilmek belki biraz da merakımı giderebilmek için zarfı açtım ve içindeki mektubu okumaya başladım. Mektup, sol yanı çiçek resmiyle süslenmiş bir kağıda, özenli bir el yazısıyla yazılmıştı ve “Sevgili Michael” diye başlıyordu. Ve “Annesi yasakladığı için onu bir daha göremeyeceğini” anlatarak devam ediyor. “Ama sakın unutma, seni daima seveceğim” diye bitiyor. İmza. Hannah!. Elimde yalnızca, mektubu yazan kişiyle, mektubun yazıldığı kişinin birinci adları vardı. Eve gider gitmez hemen telefon idaresini aradım. Görevli kişi, kendisine bildirdiğim adreste yaşayanların telefon numarasını vermesinin yasalara aykırı olduğunu söyledi. Fakat ısrarım karşısında: “Belki, size yardımcı olabilirim” dedi. “Bu adreste bulunan numaraya telefon ederim ve onlar Kabul ederlerse, sizi görüştürebilirim lütfen bekleyin.” dedi. İki üç dakika sonra görevlinin sesi geldi. “Bağlıyorum efendim.” Telefonda, karşıdaki hanıma “Hannah diye birini tanıyıp, tanımadığını” sordum. “Bu evi, 30 yıl evvel, Hannah diye kızları olan bir aileden aldık” dedi. “Peki yeni adreslerini biliyor musunuz?.” “Hannah annesini bir huzurevine yatıracaktı. Oradan takip ederseniz, belki adres bulursunuz.” deyip bana huzurevinin adını verdi. Hemen aradım. Yaşlı anne yıllar önce ölmüş. Ama kızına ait eski bir telefon numarası var. Belki orada bilirlermiş. “Bunların hepsi aptalca aslında” dedim kendi kendime. İçinde sadece 3 dolar ve 60 yıl önce yazılmış bir mektup bulunan cüzdanın sahibini aramak için bunca zahmete ne gerek var ki. Aradım numarayı. Bir kadın “Şimdi Hannah’nın kendisi bir huzurevinde” dedi ve numarayı verdi. Hemen orayı çevirdim. Ses; “Evet, Hannah burada yaşıyor” dedi. Saat ona geliyordu ama hemen yola çıktım, Hannah’yı görmek için. Devasa bir binanın üçüncü katında şirin bir oda. Gümüş saçlı, sıcak tebessümlü bir yaşlı kadın. Gözlerinin içi ışıl ışıl ama. Anlattım olanları. Cüzdanı ve mektubu gösterip. Derin bir iç çekti mektuba bakarken ve “Genç adam” dedi, “Bu mektup, Michael ile son kontağımdı. Onu öyle seviyorum ki. Sean Connery gibi yakışıklıydı. Hani şu meşhur aktör. Ama ben 16 yaşındaydım. Çok küçüğüm diye annem kesinlikle izin vermedi.” Derin bir nefes daha. “Michael Goldstein harika bir insandı. Eğer bulabilirseniz ona söyleyin lütfen. Onu hep düşündüm. Hep.” Bir ufak sessizlik. Bir derin nefes daha. “Ve onu hep sevdim.” İki damla yaş damladı elindeki mektuba, ıslanan gözlerden. “Ve hiç evlenmedim. Michael gibi birisini bulamadım ki.” Hannah’ya teşekkür edip odadan çıktım. Binadan çıkarken danışmada beni karşılayan kız “Hannah Hanım yardımcı olabildi mi size” dedi.” Hiç değilse bunun sahibinin soyadını öğrendim” dedim. Cüzdanı elimde sallayarak. O sırada yanımda dikilip duran hademe bağırdı. “Hey baksana. Bu Bay Michael’ın cüzdanı. Üzerindeki bu kırmızı şeritten onu nerde görsem tanırım. Cüzdanını hep kaybederdi zaten. Üç kere ben buldum, koridorlarda. “Michael sekizinci katta yaşıyordu. Ok gibi fırladım tekrar asansöre. Michael yatmamıştı. Okuma odasında kitap okuyordu. Hemşire beni ve elimdeki cüzdanı gösterdi. Michael elini arka cebine attı, hızla. Sonra sevinçle “Evet bu benim cüzdanım” dedi. “Öğleden sonraki yürüyüş sırasında kaybetmiş olmalıyım. Size teşekkür borçluyum.” “Hiçbir şey borçlu değilsiniz” dedim. “Ama özür dilerim. İpucu bulmak için açtım ve içindeki mektubu okudum.” “Mektubu mu okudun?” “Sadece okumakla kalmadım. Hannah’yı da buldum.” “Buldun mu? Nerde? İyi mi? Hala eskisi gibi güzel mi. Söyle, lütfen söyle.” “Çok iyi. Hem de harika” dedim, yavaşça. “Bana onun telefon numarasını ver. Yarın onu hemen arayacağım.” Elime sımsıkı sarıldı. “O benim tek aşkımdı. Onu öyle sevdim ki, asla evlenmedim. Çünkü bu mektup geldiğinde hayatım, anlamsal olarak bitmişti.” “Bay Goldstein” dedim. “Gelin benimle.” Asansörle üçüncü kata indik. Odanın kapısı açıktı. Hannah sırtı kapıya dönük televizyon izliyordu. Hemşire ona yaklaştı, omzuna dokundu. “Hannah” dedi. “Bu bay’ı tanıyor musun?” Gözlüklerini ayarladı bir an baktı, tek kelime etmeden. “Michael” dedi, Michael, kapıda, kısık sesle. “Hannah. Ben Michael. Beni tanıdın mı?.” “Michael” diye yutkundu Hannah. “İnanmıyorum. Bu sensin. Benim Michael’ım.” Michael Hannah’ya doğru yürüdü yavaşça. Sarıldılar. Hemşire yanıma geldiğinde onun da gözleri yaşlıydı. “Gördün mü, bak?” dedim “Yaşamda, yaşanması gereken her şey, er ya da geç, bir gün kesinlikle yaşanacaktır.” *** Üç hafta sonra beni huzurevinden aradılar. Pazar günü bir nikah vardı. Gelebilir miydim? Harika bir nikah töreni idi. Hannah ve Michael beni nikah şahidi yaptılar üstelik. Hannah açık bej elbisesi içinde çok güzeldi. Michael de lacivert takımı içinde hala çok yakışıklı. Bir nikah tanığı olarak söylüyorum bu gözlemlerimi… Aşklarını on sekiz yaşın heyecanı ve duygusuyla yaşayan 76 yaşındaki gelin ile 79 yaşındaki damadın nikahında keşke siz de bulunsaydınız… Altmış yıl önce bittiği sanılan bir aşk öyküsünün, altmış yıl sonra, kaldığı yerden nasıl filizlendiğine siz de tanık olacaktınız.

İyi Haber Kötü Haber

Lise 3 ncü sınıf talebesi kız karneyle eve gelir.
Anne ve babasına,
– Kız : “Size bir iyi, bir de kötü haberim var”.
– Baba : “Önce iyi haberi söyle”.
– Kız : “Karnemde zayıf yok”.
Baba koşar, kızına sarılarak öper ve tebrik eder.
– Anne : “Şimdi de kötü haberi söyle”.
– Kız : “İyi haber yalandı…”

Batarmıyım

Yüzme bilmeyen genç kızı kurnaz sevgilisi yüzme öğretme bahanesiyle havuza götürür. Saatler geçtikçe sıkılan kız dayanamayıp sevgilisine sorar: - Hayatım, gerçekten elini o delikten çekersen su alır batarmıyım?

Afrika Ruleti

Zamanın birinde Afrika başkanı Rusya'ya resmi görüşmeler yapmaya gider. Görüşmeler tamamlanır ve Rusya başkanı Afrika başkanını alıp eğlenmeye götürür. Afrika başkanı eğlenceden sonra:
- "Sizin adrenalin yükseltmek için yaptığınız hiçbir eğlenceniz yok mu?" sorar.
Rus Başkan:
- "Olmaz mı? Rus ruleti diye bir oyunumuz var"
- "Nasıl bir oyun bu?" diye sormuş.
Rus başkan başlamış anlatmaya:
- "Toplu bir tabancaya, tek bir kurşun koyup topu çeviririz. Sonra kafamıza dayayıp ateş ederiz. Bu oyun en çok adrenalin sağlayan oyundur."
Afrika Başkanı:
- "Bir gün Afrika'ya gelirseniz ben de size Afrika ruletini öğretirim" demiş ve Afrika'ya dönmüş. Aradan birkaç ay geçmiş geçmemiş Rusya Başkanı Afrika'ya gitmiş. Resmi görüşmeler sonunda Afrika başkanı Rus başkanı alıp bir kabileye götürmüş. Rus başkan:
- "Ne o? Bana Afrika ruletini mi öğreteceksin?" demiş.
Afrika başkanı da:
- "Evet. Bir söz verdim tutmak isterim." demiş. Kabilenin güzellerinden altı tane kız getirmiş karşılarına. Rus başkan merak içerisinde sormuş:
- "Ne olacak şimdi?"
Afrika başkanı da anlatmaya başlamış:
- "Bu kızlardan birini sırayla seçiyorsun. Daha sonra seçtiğin kız gelip seninle birlikte olacak."
Rus başkan dayanamamış:
- "Eeee bunun neresi heyecanlı.?"
Afrika başkanı da hemen Rus başkanı aydınlatmış:
- "Ama bu kızlardan birisi yamyam."

Ağa

Zamanın birinde korkunç mu korkunç, cani mi canı bir ağa varmış, bir kasabanın giriş yolunu tutmuş, kasabaya her giren, arabanın yolunu keser soygun yaparmış, kimsede buna het lan diyemez mi, yine bir gün ağa pusuya yatmış, kasabanın giriş yolunu gözlüyor, bir araba yaklaşıyor, ağa aracı durdurmuş, içinden yakışıklı mı yakışıklı bir delikanlı çıkmış, ağa -dökül paraları, altınları demiş, çocukcağızda ne yapsın, neyi varsa ağanın önüne bırakmış, ağa baktı ki başka alınacak bir şey yok, delikanlı da yakışıklı, gözüne kestirmiş olan ağa -soyun lan demiş, delikanlı da “-aman ağam hık mık, olur mu? demiş, tabi kelle koltukta, ne yapsın çocuk, hemen soyunmuş, bu arada ağada soyunuyor, soyunma işleri bitince ağa -geç lan arkama Çocukcağızda ağanın arkasına geçmiş. Dalgasını ağaya geçirmeye çalışıyor, ağada sımsıkı ne yapsın. -ağam biraz öne eğil, kıpırdat biraz Ağa öfkelenmiş tabi bu lafa -heyyytttt ulan ağanın götü başı oynar mı!

Yılan Temel

Yılan Temel, yılan Dursun’a sormuş: “Ula Dursun, biz zehirli miydik? -Niye sordun? -Dilimi ısırdım da.

Eşeğin Sicili

Zamanın birinde yaşlı bir amca eşeği ile karayolunda ağır ağır ilerlerken yolda görev yapan trafik polislerince durdurulur ve kırmızı ışık ihlali yaptığı söylenir bu sebebten ötürü ceza yazılacaktır trafik polisi yaşlı amcaya dönerek - Amca kırmızı ışık ihlali yaptın ceza yazacağım cezayı sanamı yazayım yoksa eşeğemi. Eşeğe yazarsam 3 kuruş sana yazarsam 5 kuruş nasıl istersin? - Bana yaz oğlum -Amca anlamadın galiba sana yazarsam 5 kuruş eşeğe yazarsam 3 kuruş - Anladım oğlum anladım. Eşeğin sicilini bozmayalım belki ilerde polis olur. der.

ne işim var

Günün birinde alman, Fransız, İngiliz ve daha bir çok ülkenin zengini aralarına bizim TEMEL`i de alarak gönüllerince eğlenmek için uçakla seyahate çıkmışlar. Eğlence adına her şeyi yapıp bol bol da içki tükettikleri bir an Alman birden uçağın kapısını açıp -“Bırakın beni, ölmek istiyorum”, Temel sormuş -“Ula uşağım hadi süle bakim neden da” Alman -“Benim annem kötü kadındı yani or.” demiş ve atlamış. Aradan daha on dakika geçmemişken bakmışlar bu sefer Fransız aynı nidayla kapıyı açıp atlamış. Temel bir düşünmüş, bir düşünmüş tam atlayacak biri tutmuş, yarım yamalak bir türkçeyle -“Oğlum sen neden yoksa, Temel -“Yooo “demiş -“Öyle diil da uşağum” Adam sormuş -“Peki neden?” Temel : -Ula uşağım benim bu kadar or.... çocuğunun içinde ne işim var da demiş.

Özel kurbağa

Hoş bir bayan, uzunca bir yolculuktan sonra oteldeki odasına çekilmiş, yatmaya hazırlanırken, birden komodinin üzerinde duran kurbağayı görünce irkilmiş, korkmuş, derhal resepsiyonu arayarak: “Odamda bir kurbağa var hemen gelin” demiş. Görevli: “Efendim o kurbağa özeldir ve bayanları mutlu etmek için odaya konmuştur, denemek isterseniz, bacaklarınızın arasına koyun!” diye cevap vermiş. Kadın şaşırmış, ama merak ta etmeye başlamış, denemeye karar vermiş, Kurbağayı bacaklarının arasına koymuş. kurbağada hiç hareket yok. tekrar resepsiyonu aramış:”Bu kurbağa anlattığınız şeyi yapmıyor!” “Hemen geliyorum” demiş adam, içeri girdiğinde bayan yatağın üzerine uzanmış halde merakla beklemekte. Adam kızgın bir sesle kurbağaya seslenmiş: “Bak son kez nasıl yapılacağını gösteriyorum ona göre.

Maymun

Kadın bebeğiyle otobüse binerken otobüs şöförü kendini tutamayıp şöyle demiş:
- "Aman Tanrım ne kadar çirkin bir bebek." Kadın sinirle biletini kutuya basmış, en arka tarafa geçmiş, bir adamın yanındaki boş yere oturmuş. Adam dönmüş kadına:
- "Özür dilerim. Acaba az önce şoförle aranızda ne geçti?" Kadın:
- "Büyük bir terbiyesizlik yaptı, hakaret etti" Adam:
- "Bir kamu görevlisi insanlara hakaret edemez. Suç teşkil eder." Kadın:
- "Doğru. Gideyim de şunu bir azarlayayım."
- "Merak etmeyin, ben maymununuza göz kulak olurum."

Papağan

Kadının birinin canı sıkılır ve hayatında değişiklik olsun diye pet shoptan bir hayvan almaya gider. Pet shopa gidince kedi, köpek ve bir papağanın fiyatını sorar. Papağanın fiyatının çok ucuz olduğunu gören kadın sorar; - ''bu papağan neden bu kadar ucuz''. Pet shop sahibi; - ''bu papağan daha önce bir genelevde duruyordu, ağzı biraz bozuktur, alanlarda ondan şikayetçi onun için fiyat ucuz''. Kadın bu fiyatı kaçırmak istemez ve bir papağan ne kadar kötü konuşabilir'ki diyerek alır evine götürür. Eve gelince kadın papağanın örtüsünü kaldırır. Yeni ortamı gören papağan; - ''ooo yeni mekan, yeni patron'' der. Kadın bunlara gülüp geçer. Daha sonra evin iki kızı okuldan gelir. Papağan bunları görerek; - ''ooo yeni mekan, yeni patron, yeni kızlar'' der. Tabii kızlar saşkın. Anneleri olayı anlatınca kızlar'da gülerler. Bu sırada evin babası gelir. Papagan yine açar ağzını; - ''yeni mekan, yeni patron, yeni kızlar'' sonra evin babasına bakarak; - ''oooo, Mehmet abi hoş geldin yaaa''

Ya da

Kadınla kocasının arasında uzun süredir bir faaliyet yokmuş. Koca ne yaparsa yapsın karısının ilgisini çekmeyi başaramıyormuş. En sonunda çareyi karısını bir psikoloğa götürmekte bulmuş. Psikolog genç ve güzel kadını problemini cözmek için : “Anlatın bakalım bir gününüz nasıl geçiyor “demiş. Kadıncağız baslamış anlatmaya . “Sabahlari işe geç kalmamak için taksiyle gidiyorum. Fakat yanımda para bulunmadığından soför “Bayan ya parayı ödersiniz ya da .” diyor. Mecbur kaldığım için ‘ ya da ‘ yı seçiyorum. Durum böyle olunca işe gec kalıyorum tabii Patronu kapıda kaşlarını çatmış beni beklerken buluyorum. Patron, ” ise böyle geç gelmeye devam edersen seni işten atarım ya da .” diyor. Yine ‘ya da’ yı tercih etmek zorunda kalıyorum. Akşam eve yorgun argın geldiğimde ev sahibi kapıya dayanıp kirayı yine bir hafta geciktirdiğimizi belirterek “ya kirayı hemen ödersiniz ya da .” diyor. Eee, haliyle ‘yada’ yı tercih ediyorum. Kocam eve geldiğinde de o işi yapacak halim kalmıyor tahmin edersiniz “Psikolog kadına bakıyor : “Hanımefendi tüm bu anlattıklarınızı kocanıza anlatabilirim ya da.”

Cinlere Inanır Mısınız

Kapı vurulur ve bir erkek kapıyı açar: "İyi günler az önce camınız kırıldı ve bunu yapan benim çocuğum lütfen özrümü kabul edin ne kadar masrafı varsa ödemek istiyorum" der. Adam: "Hiç sorun değil çocuğunuz cam kırdı ve içeri giren top değerli bir vazoya çarptı ve o da kırıldı." Kadın daha fazla üzülür ve içeri girdiğinde gerçekten bir vazoyu kırılmış görür. "Çok üzgünüm bunun da masrafını ödemek istiyorum" der. Adam: Hiç önemli değil aslında çok büyük bir iyilik yaptınız bana" der. Kadın merakla: "Ama camınız ve değerli bir vazonuz kırıldı nasıl olur" der. Adam: "Hanımefendi ben bir cinim ve 100 bin yıldır o vazoda hapis kalmıştım. Çocuğunuz sayesinde özgürlüğüme kavuştum dileyin benden ne dilerseniz" der. Kadın sevinçle:"Ayy ne desem güzel bir malikane istiyorum hem de Paris'te." Adam bir kısa telefon konuşması yapar ve:"Tamam hanımefendi isteğiniz oldu, dilediğiniz zaman gidebilirsiniz yeni evinize" der. ve "Ya ikinci dileğinizı" diye sorar... "Çok lüks kıyafetler istiyorum" Adam kısa bir telefon konuşması yapar ve: "Armani, versace ve dkny'de kıyafetleriniz hazır alabilirsiniz" der. ve üçüncü isteği sorar. Kadın:"En değerli mücevherleri istiyorum" der. Adam bir telefon konuşması sonrası:"Ok, bvulgari ve tiffany'den dilediğiniz mücevherleri alabilirsiniz " der. Kadın havalara uçmuştur ve adam: "Yalnız bende birşey rica etsem sakıncası olur muı" diye sorar. Kadın merakla: "Nedirı" Adam:Biliyorsunuz 100 bin yıldır bu vazodayım. Kaç zamandır bir kadın yüzü görmedim acaba bu gece benimler olur musunuzı" diye sorar. Kadın biraz düşündükten sonra "Neden olmasını" der ve sabaha kadar birlikte olurlar. Sabah uyandıklarında adam:"Güzel hanımefendi acaba kaç yaşındaı" diye sorar Kadın:"32" der. Adam da: "VAY BE BU YAŞTA HALA CINLERE INANIYOR MUSUNUZ?" der ve bu hikaye burada biter.

Laz Esprileri

Karadenizdeki ayakkabıların içinde ne yazıyormuş? Önce parmaklar Karadenizdeki kola şişelerinin altında ne yazıyormuş? Diğer taraftan açınız. Lazlar ağaç dikiyorlarmış. Başlarındaki görevli ise Lazlara : Yeşiller yukarı, yeşiller yukarı! Laz niye yazı yazarken eldiven takar? Elyazısı tanınmasın diye.

Temel'in Mektubu

Temel'in Almanya'daki oğlu Temel'e şöyle bir mektup yazar:
- "Babacığım sizleri çok özledim. Bana bolca para yollarsın sevinirim."
Temel de bu mektuba karşılık yazar:
- "Uy sevgili uşağum, Allah'ın selami tabiidur. Mektubumu çok yavaş yazayrum, çünkim bilirum ki, okuman zayuftur, çabuk okuyamazsun. Benden sana sual edersen, Allahuma pin şükür iyiyum, yeni pir iş buldum.

Pilot ve Hostes

Uçak havalandıktan sonra pilot mikrofonu açıp şöyle demiş; - ''sayın yolcularımız uçağımız havalanmış durumdadır kemerlerinizi çözebilirsiniz'' demiş ve arkasına yaslanmış. Mikrofonun açık olduğunu unutan pilot kendi kendini önce bir gerinmiş ve söylenmeye başlamış; - ''oooohhhh gidim önce bir *ıçim ondan sonrada şu hostese bir yüklim'' demiş. içerideki yolcular hepsini duymuş hostes durumu düzeltmek için içeriye koşmaya çalışırken ayağı takılıp düşmüş yoculardan biri; - ''acele etme bacı adam önce *ıçacak yav'' demiş.

Firar

Ufak bir suçtan hapse düşen Temel’in koğuş arkadaşı sık sık hastalanmakta haftada bir doktora gitmektedir. Adamın doktordan her gelişinde bir uzvu kesilmektedir. Bir gün bacağı, sonra kolu, eli. Son gelişinde Temel koğuş arkadaşının kulağına eğilir manalı bir gülüşle: -Uy!Hemşerim sanmaki anlamayrum, bağa öyle geliyoki galiba sen kısım kısım firar edeysun.

Uçakla Geliyorum

Usame Bin Ladin Bush’a telefon etmiş, kendini tanıtıp, konuşmasına devam etmiş. - “Sayın Bush size iki haberim var, biri iyi bir kötü hangisini önce söylememi istersiniz?” Bush : - “Önce iyisini söyleyin “demiş. Ladin: - “Teslim olmaya karar verdim”, Bush : - “Pekii kotu haber ne?” Ladin: - “Uçakla geliyorum . !!!”

Vampir

Vampirler birgün bir barda toplanmış ve sıcak kan iciyorlarmış. İçeriye giren vampirler hey barmen bana bir bardak sıcak kan diyorlarmış ve bizim Türk vampir içeri girmiş ve barmen bana bir bardak sıcak su demiş ve diyer vampirler gülmüş vampire bak su içiyor demişler. Bizim Türk vampir de ne gülüyorsunuz lan ibneler demiş ve cebinden orkidi çıkartıp ben sallama içiyorum demiş.

Ameliyat yeri

İki sevgili bir ağacın gölgesinde otururlar. Delikanlının tatlı sözleri arasında bir ara kız sevgilisinin kulağına fısıldar : - Sevgilim sana apandist ameliyatı olduğum yeri göstereyim. Delikanlının gözleri parlar. - Göster canım göster. Kız eliyle uzak bir yeri göstererek : - Bak şu ilerde görünen sarı bina var ya, onun üçüncü katı.

Pişmanım

İki arkadaş hem içiyor, hem de karılarından yakınıyordu. Biri -”Ben” dedi, “Evliliğimizin ilk senelerinde işten eve dönünce karımı kucaklar, nefesi kesilene kadar kollarımda sıkardım.” Diğeri içini çekerek sordu “Ya şimdi?” -Şimdi mi? Daha fazla sıkmadığım için pişmanım!.

La Fontaine’in Yazamadıgı Masal

Hayvanlar, kendi aralarında, en zeki hayvan yarışması düzenlemişlerdi. Her hayvan, kendini hayvanların en zekisi sandığından, bu yarışmayı kazanacağını sanıyordu. Ama hepsi de yarışmanın birinciliğine iki güçlü aday olduğunu bilmekteydi; bu adaylardan biri tilki, biri de sansardı. Kurnazlıkta, zekada, bu ikisine üstün başka hiçbir hayvan yoktu. Bu yarışmayı ya biri, ya öbürü kazanacaktı. En zeki hayvan yarışmasının yapılacağı gün yaklaştıkça, yarışma birinciliğine iki güçlü aday olan sansarla tilki arasında korkunç bir rekabet başlamıştı. Bu iki zeki hayvan birbirlerine düşman olmuşlardı. Sansar tilkinin, tilki de sansarın kazanmaması için, elinden geleni yapıyordu. Sansar, - Tek tilki kazanmasın da, zarar yok, ben de kazanmamaya razıyım. diyordu. Tilki de, - Tek sansar kazanmasın da, kim kazanırsa kazansın. diyordu. Durum bu denli düşmanlığa varınca, sansarla tilki, en zeki hayvan yarışmasının birinciliği için başka bir aday aramaya başladılar. Öyle bir hayvan bulmalıydılar ki, zeka konusunda kendileriyle yarışa çıkamasın, onlara bir zararı olmasın, yani hayvanların en aptalı olsun. Araya araya buldular bu hayvanı: Öküz. Bir sabah sansar, yemyeşil bir çayırlıkta otlamakta olan öküzün yanına gidip, - Merhaba öküz kardeş, diye söze başladıktan sonra, öküzün zekasını övmeye başladı. Öküz büyük bir alçakgönüllülükle gülümseyerek, - Benimle alay mı ediyorsun sansar kardeş? dedi. Sansar, - Ne diye alay edecekmişim, dedi, hayvanların en zekisiyle alay etmek haddime mi kalmış. Sansar, öküzü hayvanların en zekisi olduğuna inandırmak için diller döktü. Bununla da yetinmeyip öbür hayvanları da, öküzün en zeki hayvan olduğuna inandırmaya çalıştı. Sansardan sonra çayırda otlayan öküzün yanına tilki gitti. Kendisine bön bön bakan öküze, - Ah öküz kardeş, dedi, gözlerinden zeka kıvılcımları çıkıyor. Öküz, - Ben her ne kadar öküzsem de sandığın kadar da öküz değilim, kendimi bilirim, dedi. Tilki, - İnan olsun öküz kardeş, dedi, senin o zeka kıvılcımları çakan pırıl pırıl gözlerine bakarken, ipnotize olup kendimden geçiyorum. En zeki hayvan yarışmasının rakipsiz tek adayı sensin. Tilki, öküzün zekasını tanıtmak için, can düşmanı sansardan daha büyük bir reklam kampanyasına girişti. Hayvanlar, öküzün zeki olmadığını, yarışmayı kesinlikle kazanamayacağını elbet biliyorlardı. Ama sansarla tilkinin, kendilerinden baskın çıkıp en zeki hayvan seçilmemesi için, öküzün zeki olduğu yalanına inanmadıkları halde inanmış göründüler. Birbirlerine öküzün ne büyük zekası olduğunu ballandıra ballandıra anlatmaya başladılar. - Aman zürafa kardeş, bizim öküz yok mu, ben onun kadar zeki hayvan görmedim. - Hiç bilmez olur muyum, devekuşu kardeş, öküz benden bile zekidir. Sen ne dersin leylek kardeş? - En zeki hayvan yarışmasında ben oyumu, gözümü kırpmadan öküze vereceğim. Dağlar, taşlar, ormanlar, çöller, kayalar, dereler, hayvanların öküz övgüleriyle yankılanıyordu: - Hayvanların en zekisi öküzdüüüür! - Öküzden daha zeki hayvan yoktuuuur! - Bizim en zekimiz öküüüüz! Bütün hayvanların bu yoğun propagandası karşısında öküz de yavaş yavaş, gerçekten hayvanların en zekisi olduğuna inanmaya başlamıştı. Kendi kendine şöyle diyordu: - Çakal, sansar, tilki, bütün hayvanlar söylüyor, hayvanların en zekisi benmişim. Hepsi de aldanmıyor ya, öyleyse dedikleri doğru. Yarışma günü geldi. Bütün hayvanlar, öküzün hayvanların en zekisi olduğunda anlaştılar. Böylece öküzün hayvanlar toplumundaki yeri, işi, görevi, düzeyi, yükselmiş oldu. Öküz artık kasıla kasıla yürüyor, şişine şişine böğürüyor, yayıla yayıla kuyruk altından mayıs bırakıyordu. Gel zaman, git zaman. Hayvanlar arasında, çiftesi en pek hayvan yarışması yapılacaktı. Hiç kuşkusuz, çiftesi en pek hayvan, ya at yada katırdı. Eşek de, - Benim de çiftem güçlüdür! diye araya giriyorduysa da, katırla atın çiftesi yanında eşeğin çiftesinin adı bile geçmezdi. Katır atın, at da katırın çiftesi en güçlü hayvan diye seçileceğinden korkuyordu. Bu iki hayvan arasında tarih boyunca süren kanlı bir çifte atma rekabeti vardı. Bu iki can düşmanı, yarışma günü yaklaştıkça birbirlerine atıp tutmaya başladılar. At şöyle diyordu: - Hıh, katırın çiftesi de çifte mi sanki. Öküz bile ondan daha sert çifte atar. Babası eşek olan bir hayvanın çiftesinden ne çıkar. Katır da şöyle demekteydi: - Atın çiftesiyle sinek bile ezilmez. Öküzün çiftesi bile atınkinden daha güçlüdür. At derede su içmekte olan öküzün yanına gidip ona şöyle dedi: - Ey sayın öküz, sen dünyanın yalnız en zeki değil, hem de çiftesi en güçlü hayvanısın! Art sol ayağıyla bastıgı taze fışkıdan fos diye bir ses çıkaran öküz, - Aman at kardeş, dedi, sen varken benim çiftemin lafı mı olur. At üsteledi: - Yoo, sayın öküz, sen bir çifteyle katırı devirirsin. Boşuna alçakgönüllülük gösterme. At gitti, arkasından katır, öküzün yanına geldi, - Dünyanın çiftesi en güçlü hayvanı sayın öküze saygılarımı sunarım, dedi. Öküz, bu sözlere önce inanmak istemedi, ama katır, - Benim çifte de, atın çiftesi de seninkinin yanında hiç kalır. deyince, - Ben onlardan daha iyi bilecek değilim ya. diyerek, çiftesinin pekliğine inanmaya başladı. Her hayvan kendini çiftesi en güçlü hayvan sanıyordu. Horoz bile, mahmuzuyla çifte atabileceğini sanmaktaydı. İşte bu yüzden bütün hayvanlar, çiftesi zayıf bir hayvanın çiftesi en pek hayvan olarak seçilmesini istemekteydi. Yarışma günü geldi. Bütün hayvanlar, öküzün çiftesi en güçlü olduğunda birlik gösterdiler. Böylece en zeki hayvan olan öküzün çiftesi en güçlü hayvan olarak da hayvanlar toplumundaki yeri, işi, görevi, düzeyi daha da yükseldi. Gel zaman, git zaman. Hayvanlar arasında hızlı koşma yarışı yapılacaktı. Her hayvan, hatta kaplumbağa bile, kendisini en hızlı koşan hayvan sanmaktaydı. Ama yine her hayvan içinden, en hızlı koşan hayvanın ya tavşan yada tazı olduğunu biliyordu. Hepsinin içinde de, her zaman, her yerde olduğu gibi, en güçlüye, en başarılıya düşmanlık, kıskançlık, çekemezlik duyguları vardı. Onun için, en hızlı koştuklarını bildikleri halde, tavşanla tazının yarışmayı kazanmasını istemiyorlardı. Hızlı koşmada en amansız rakip olan tavşanla tazı, yarışma günü yaklaştıkça birbirlerine can düşmanı olmuşlardı. Tazı, - Ben birinci olmayacaksam, öküz olsun daha iyi. diyordu. Tavşan da aynı düşüncede olduğundan öküze gidip, - Sen yalnız en zekimiz, en çiftesi güçlümüz değil, hem de bizim en hızlı koşanımızsın sayın öküz, dedi. Öküz, tavşana, - Tazı da senin gibi düşünüyor. dedi. Yarışma günü gelip çattı. Bütün hayvanlar koşmaya başladılar. Hızlı koşabilenler, rakipleri birinci olmasın diye birbirlerini çelmelediklerinden, önleyip engellediklerinden düşüp devriliyorlardı. Hepsi de, içlerinde en yavaş koşan öküzün birinci gelmesini istiyorlardı, ona yol veriyorlardı. Bunun sonunda öküz birinci oldu. En zeki, en çiftesi pek, en hızlı koşan hayvan seçildiğinden, öküzün hayvanlar toplumundaki yeri, düzeyi, işi, görevi daha da yükselmişti. Öküzün burnu büyümüştü, yanına varılmıyordu artık. Gel zaman, git zaman. En yakışıklı hayvan seçimi yapılacaktı. Bütün hayvanlar kendilerini en yakışıklı sanmaktaydı. Ama hepsi de en güzel hayvanın dağ keçisiyle geyik olduğunu da biliyorlar, bu iki güzel hayvanı kıskanıyorlardı. Tek onlar birinci seçilmesin de, isterse öküz en yakışıklı, en güzel hayvan seçilsin. Geyikle, dağ keçisine gelince, bu iki rakip birbirlerinin aleyhine propagandaya girmişlerdi. İkisi de birbirlerinin çok çirkin olduğunu yayıp duruyordu. Dağ keçisi geyik, geyik de dağ keçisi için, - Öküz bile ondan yakışıklıdır. diyordu. Öbür hayvanlar da, yalan olduğunu bildikleri halde öküzün en yakışıklıları olduğuna inanmış görünmeye başlamışlardı. Seçim günü geldi. Bütün hayvanlar oylarını öküze verdiler. Böylece öküz en yakışıklı, en güzel hayvan seçildi. Bu seçimden hayvanların en güzeli, en yakışıklısı olan geyikle dağ keçisi bile memnundu. Gel zaman, git zaman. Hayvanlar arasında en yırtıcı olanı seçilecekti. İki aday vardı, biri kurt, biri de kuş. Kuş deyince serçe kuşu değil, kartal. Kurtla kartaldan daha yırtıcı hayvan yoktu. Ama yine. de bütün hayvanlar, bu gerçeği bildikleri halde, kendilerinin en yırtıcı olduğunu sanıyorlardı. Kartal, yatıp geviş getirmekte olan öküzün yanına gitti: - Sayın öküz, dedi, akılsız kurt, kendisini senden daha yırtıcı sanıyor. Öküz, - Ben hiç yırtıcı değilimdir, dedi, çünkü ot yerim. - Yooo, hiç alçakgönüllülük göstermeyin boşuna. Siz kurda göre çok daha yırtıcısınız. Az sonra da yanına gelen kurt, öküze, - Dünyanın en yırtıcı hayvanını selamlarım. dedi. Öküz, - Yanılıyorsun kurt kardeş, dedi, evet ben en zeki hayvanım. Evet, en çiftesi pek hayvan benim. Evet, en hızlı koşan hayvan benim. En yakışıklı hayvan da benim. Ama en yırtıcı değilim. Sen benden çok daha yırtıcısın. - Hayır, hayır. İstersen sen benden üstün olabilirsin yırtıcılıkta. Seçim günü gelip çattı. Öküz, hayvanların oybirliğiyle en yırtıcı hayvan seçildi. Bu birincilikten sonra, hayvanlar toplumundaki yeri, işi, düzeyi daha da yükseldi. Gel zaman, git zaman. Hayvanların en düşünür olanı seçilecekti. Elbette bu yarışmada en güçlü iki aday kazla hindiydi. Her zaman olduğu gibi, bu iki güçlü aday birbirlerine düşünce, yine öküz en düşünür hayvan seçildi. Gel zaman, git zaman. En koruyucu hayvan seçimi yapılacaktı. Elbette hak, çoban köpeğiyle kurt köpeğinden birinindi. Ama en koruyucu hayvan seçiminde çoban köpeğiyle kurt köpeği bile oylarını öküze vermişlerdi. Öküzün, - Ben kendimi bile koruyamam. demesi, seçilmesini önlemedi. Ama seçimden sonra, öküz de kendisinin en koruyucu hayvan olduğuna inanıp böğürerek, köpek taklidi yapıp havlamaya çalıştı. Gel zaman, git zaman. En büyük hayvan seçimi yapılacaktı. Ya fil, ya deve kazanacaktı yarışmayı. Ama karınca bile kendini hayvanların en büyüğü sandığından, fille deveyi büyüklükte çekemiyor, başka bir hayvanın birinci olmasını istiyordu. Fille deveye gelince, onlar da birbirlerine düşmüşlerdi. Seçim yapıldı. Çok demokratik bir seçim olmuştu. Öküz, seçimi kazanmış, hayvanların en büyüğü seçilmişti. Artık böbürlenmesinden, öküzün yanına varılamıyordu. Gel zaman, git zaman. En sütlü hayvan yarışması yapılacaktı. Yarışmayı, ya ineğin ya mandanın kazanacağı biliniyordu Ama gelgelelim, memeleri olmayan, bütün yaşamında bir damla süt bile görmemiş olan tavuklar bile, kendilerini en sütlü hayvan sanıyorlar, bu yüzden de mandayla ineği kıskanıyorlardı. Aralarındaki rekabet yüzünden birbirlerine düşmüş olan mandayla inekse, tek rakibi birinci olmasın diye, öküzün en sütlü hayvan olduğunu söylüyorlardı. Manda, öküzün yanına gidip, ona en sütlü hayvan olduğunu söyleyince, öküz, - Siz beni kızkardeşim inekle karıştırdınız galiba, dedi, ben hiç süt vermedim şimdiye dek. Memelerim de yok. Manda, - Maşallah siz o kadar sütlü bir hayvansınız ki, dedi, süt vermek için memeye bile ihtiyaç yok. Arkadan inek, öküzün yanına geldi. Ağabeyine en sütlü hayvan olduğunu söyledi. Öküz, - Yahu, memem bile yok ki, süt vereyim. dedi. Öküz böyle söylerken, biyandan da işiyordu. Bunu gören inek, - İşte, işte bak ne güzel de süt veriyorsun! diye bağırdı. Öküz, - Ne sütü yahu, işiyorum. dedi. İnek de ona, - Demek sen şimdiye dek hep süt işiyormuşsun da haberin bile yokmuş. dedi. Bütün hayvanlar, başta en sütlü hayvan olan mandayla inek, öküzün en sütlü hayvan olduğunu yaymaya başladılar. Dağ-taş onların yaydıkları reklamla inledi. - En yağlı süt, öküz sütü! - Sütlerin en temizi öküzün sütüdür. - Öküz öyle sütlüdür ki, süt işer! Bu yoğun reklamlarla artık öküz de sidiğinin süt olduğuna, sanrı renkli süt işediğine inanmıştı. Seçim zamanı geldi. Bütün hayvanlar, en başta da inekle manda, oylarını öküze verdiler. Böylece öküz, en sütlü hayvan seçildi. Gel zaman, git zaman. Hayvanlara yeni bir başkan seçilecekti. Oldum bittim hayvanların başkanı elbet aslandı. Yine bir aslanın başkan seçileceğine hiç kuşku yoktu. Ama ne var ki, kaplan da başkanlığa adaylığını koymuştu. Kaplan, - Ya o, ya ben!. diyordu. Kaplan böyle diyordu ama, aslanın yine başkan seçileceğinden korkuyordu. Bunun üzerine “Ya o, ya ben!” diyen kaplan, - Ne o, ne ben! demeye başladı. Aslan da, kaplanın başkanlığa adaylığından sonra başkan olmaktan umutsıızluğa kapılmaya başlamıştı. Ya kaplanı başkan seçerlerse. Tek kaplan seçilmesin diye, aslan da, - Ne o, ne ben! demeye başladı. Bütün hayvanlar, hak etmediklerini, layık olmadıklarını bile bile hayvanların başkanı olmak istiyorlardı. Her başarılı, her güçlü kıskanıldığından, onlar da aslanla kaplanı çekemiyor, kıskanıyorlardı. İşte böyle böyle hayvanların başkanlığına öküz aday gösterildi. Çünkü hayvanlar, inanmadan öküzü en zekileri seçmişler, ama sonra sonra inanmaya başlamışlardı. Öküzü, yalan olduğunu bile bile, en sütlü hayvan, en güzel hayvan seçmişler, sonradan bu seçim resmileşince kendi yalanlarına inanmaya başlamışlardı. E böyle olunca, en zeki, en çiftesi pek, en hızlı koşan, en yakışıklı, en yırtıcı, en düşünür, en iyi koruyan, en büyük, en çok süt veren hayvan olan öküz, neden hayvanların başkanı olmasındı? Bu denli çok üstünlük ne aslanda vardı, ne de kaplanda. Kaldı ki, rakibi kaplan seçilmesin diye, tarih boyunca hayvanların başkanı olan aslan bile, öküzün başkanlığa kendisinden daha layık olduğunu söylüyordu. Yeni başkan adayı kaplansa, - Başkanlık öküzün hakkıdır! diyor da başka bir şey demiyordu. Öbür hayvanlara gelince, nasıl olsa kendileri başkan olamayacaklarına göre, onlara en az zararı olan, hiç de rakip saymadıkları öküzün başkan olmasını istiyorlardı. İşte böylece seçim zamanı gelince, bütün hayvanların oybirliğiyle öküz başkan seçildi. Başkan öküz, kendini gerçekten başkan sanarak başkan gibi davranmaya başlayınca, hayvanlar da bu davranışı karşısında onu gerçekten başkan sanmaya başladılar. Hayvanların tarihini yazan gergedan, çağını yazdığı tarih kitabına bu olayı şöyle yazdı: “Atla katır tepişir, olan eşeğe olur. Öyle zaman gelir, güçlüler birbirine girer, arada öküz bile başkan olur.”

29 Eylül 2016 Perşembe

Melisa

Havada belki güneş yok, sıcaklık ise ateş misali kavuruyor her yanı, bunalmakta tüm insanlık. Sıkıntıları saymaya kalkmak mı? Hayır!. “Kuş misali özgür olmak istiyorum” diyor Melisa. Kuş misali özgür olmak, çiçekler arasında uçuşan bir kelebek, yaşamda çözemediği duygu karmaşası kalması istiyor. Asla sabit bir çiçek gibi toprağa tutunmak niyetinde değil, başarıyı beklemekte. Kendisini anlatıyor; elbiselerinin, eşyalarının, dört bir yanının, o hafif ezgilerle tıngırdatmaya çalıştığı gitarının siyah olmasını istiyor. Bir siyah kadar asil olma düşüncesi. Göklerdeyken aşağılara uzansa, denizlere varma azminde. “Ben ne dersem o olsun, düşlerim gerçekleşsin” hayali içinde. Melisa kim? Nasıl biri? O, hayatının altın yıllarında, uzun boylu, kısa saçlı, sempatik. Gözlerinde rengarenk ahenk var, elinde gitarını konuşturur, bir yandan da söylemekte. O Melisa. Kendi ayakları üzerinde durabileceğini düşünüyor, tam olgunlaşmamış meyve belki, ya da büyümekteki fidan. Ailenin ayrılmasına altı yaşlarında şahit olmuş, ama o onyedi yaşında. Gerçek bir babayı, belki hayatını paylaşabileceği insanda bulma niyetinde, bunun farkında değil. Kimbilir dağları belki o yarattı. Kitaplarıyla kardeş olmak istiyor. Bir acemi gibi hepsini aynı anda okumak istiyor. Sabretmek ona göre değil. Yalnızlığın gezdiği yolda ilerlemekte. Belki ileride Goethe’nin “Werther” ini yaşayabilir, kim bilebilir ki! “Ateşli hastalık geçirdiğimde sabit bir rüya görüyorum, bir balon içinde göklere yükseliyorum” diyor Melisa. Bilemediği özgürlüğe hapis, çıkış noktası arar Melisa. Evrenin sonsuz boşluğunda yol almak ister, belki olmaz ama o ister, kesinlikle olmalı. Hayatının baharını yaşamaktasın, bir zamanlar vurulmuşsun, onun bıraktığı izi taşıyorsun. Sen o izin kaybolması niyetinde yeni bir iz peşindesin aslında. Bak bir etrafına, gökyüzüne bak, bulutların özgür biçimde darmadağın olmasına bak, sen o basitliğe indirgenemezsin. Sen kumsalda eşi benzeri olmayan bir taş, sen parlayan çakmak taşı olmalısın. Evin bir köşesinde beslediğin zarif kuşu sen bıraktın Melisa. Ama o geri dönsün, tekrar seninle olsun istiyorsun. Sen beklemeksizin sorguluyorsun. “Neden ben değil de başkası, ya da başkası değil de neden ben?” Neden mi? Bazı gerçekleri sorma, buna özgürlük diyorlar Melisa. Seçebileceğin iki yol var; Biri görünür, diğeri görünmez, iki yol ardından. Karanlığı istiyorsun, karanlık öyle yakın ki, sen o karanlığı, siyahlarınla buluyorsun. Karanlık, bir katran karası gibi simsiyah, hafif bir ışık arıyorsun hissettirmeksizin. Karanlıkta görmek değil düşünmek vardır Melisa. Karanlığın etkisinden kurtulmuş, ışık sayesinde, bir gölge kalmış Melisa. Sen siyahlarınla karanlığa uygun, karanlık senin yanında. Bir bardak var içi su dolu. İçinde hafif alkol bekler seni. Rengarenk bir sıvı, dışında cam. Koklamak mı? Görmek mi? Tatmak mı? Hayır!. Senin için hissetmek. Senin aradığın derinlerde. Duygu mu - tutku mu? Senin aradığın duygu. En duygusal an şimdi gökyüzünde. Haykır o zaman dolsun bulutlar, ağlasın. Gökyüzünden senin adına akan sular gölleri doldursun, göller taşsın, akarsular çağlasın. Ağla Melisa, gözlerin parlasın. Çiçek olmak sabitlik değildir, son tozlarınla etrafa dağılırsın, mutlak bir arı olmak değildir önemli olan, arı gelir senin yapraklarına konar. Belki sen, dört yapraklı bir yonca olursun, belki de açılmamış gonca, körpecik. Karanlık çöküyor etrafa, her yer bulanık, sis var. Deniz gel-git olaylarını yaşıyor. Deniz, yavaş yavaş çekiliyor kıyılardan, uyuyor. Hafif hafif kıyıya vuruyor dalgalar, seslerde ahenk var. Senin gözlerin sonuna kadar açık, gözlerinde en ufak yorgunluk ifadesi görünmüyor. Bir enerji modülü, geceleri sana sunuyor. Uyumuyor, düşünüyorsun. Geceleri göremezsin Melisa, düşünürsün. Bir yarasa gibi hissedersin, dokunmadan sıyrılırsın taşlardan. Sen siyahsın Melisa. Karanlıktan korkma Melisa. Gecenin bir vaktinde pencerene bir kuş konabilir, o bıraktığın kuş değil belki ama yeni ve umut dolu bir kuş. Ya da bir bülbül, sabahları şakıyarak uyandırır seni, sabahları hissedersin. Doğadaki bir çiçeğe arı konar, özüne ulaşır, ya da bir kelebek çırpınır etrafta. Melisa, asi kız. Melisa, göklerde uçan şahin kadar gösterişli. Melisa siyah, Melisa farklı. Haydi özgürlüğe uzan, uzanabildiğin kadar uzağa, yakalayabilirsin. O, Melisa.

Başkalarının Fikirlerine Kulak Vermek

Osman efendi, bir sabah müthiş başağrısıyla uyanır. İlaç aldığı halde geçmez. Bir-iki gün bekler, ağrı devam edince doktor çağırır. Doktor muayene eder, ağrı kesiciler verir, gider. Lakin, Osman Efendi'nin başağrısı azalacagı yerde artmaya başlar. Başka doktorlar çağrılır. Osman Efendi, Uşak'ın ileri gelenlerindendir, ağrıyı kesebilene servet vaat eder. Doktorların hiç biri ağrıyı durduramadığı gibi, sebebini de bulamazlar. Uşak halkı, birbirine karışır, başağrısından geceleri uyuyamayan Osman Efendi'yi, İstanbul'a karar verirler. İstanbul'da eniyi doktorlar seferber olurlar. Röntgenler, beyin tomografileri çekilir, testler yapılır... Görünüşe bakılırsa, Osman Efendi turp gibidir. Oysa, dayanması gittikçe zorlaşan başağrısı ve gözyaşları, hayatını çekilmez hale getirmiştir. Osman Efendi bu defa da apar topar yurtdışına götürülür. Haftalarca hastanede kalır, onlarca profesör tarafından konsültasyon ve testler yapılır. Fakat yine bir teşhis konulamaz. Artık yerinde kalkamayan Osman Efendi'ye ağrı kesici igneler verilir ve son günlerini evinde geçirmesi tavsiye edilir. Osman Efendi bitkin, ailesi perişandır. ''Kader'' denilir, Uşak'a dönülür... Osman Efendi, yayla evinde bir odaya yatırılır ve ağrı kesici ignelerle ölümü beklemeye başlar. Birgün hastanın keyfi yerine gelsin diye, Osman Efendi'nin eski berberi olan Berber Mehmet çağrılır. Berber yerinden kalkamayan Osman Efendi'yi traş ederken adamcagız derdini anlatır ve ''ölümü beklediğini'' söyler. Berber Mehmet, bir an düşünür. ''Bey'im...'' der, ''Sakın sizin burnunuz da kıl dönmüş olmasın?''. Bir bakar;''Hah, işte...'' der, ''Kıl dönmüş...'' Osman Efendi'nin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın, çantasından cımbızı kaptıgı gibi kılı çeker. Ev halkı Osman Efendi'nin köyü ayaga kaldıran çıglıgıyla, odaya koşar. Berber Mehmet, Osman Efendi'nin elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttugu yirmi santimlik kılla kapı dışarı edilir. Osman Efendi'nin kanayan burnuna, pansuman yapılır, kolonyalar koklatılır ve yaşlı adam tekrar yataga yatırılır. Ertesi sabah Osman Efendi aylardan sonra ilk defa, rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir. Başağrısından ise eser kalmamıştır. Dönen kılın, sinire yürüyüp gittikçe uzayarak dayanılmaz ızdıraplara yol açtıgını, doktorlar ancak o zaman keşfeder. Çözümün bu kadar basit olabilecegi kimsenin aklına gelmemiştir. Sapasağlam ayaga kalkan Osman Efendi, berber Mehmet'i yanına çağırır ve ona bir servet bagışlar. Şimdi bu gerçek hikayeden çıkarılacak dersler; 1. Mehmet Efendiler'in fikirleri var, dinlemek gerek. 2. Bazen büyük sorunların çok basit çözümleri olur. 3. Burnundan kıl aldırtmayanların başı çok ağrıyabilir.

Mantıkçı Rahibe

İki rahibe varmış biri matematikçi biri mantıkçı. Bunlar bir akşam karanlıkta kiliseye dönerlerken matematikçi rahibe mantıkçıya dönerek:
- "Yaklaşık 20 dakikadır bir adam bizi takip ediyor ve gittikçe yaklaşıyor. Şu anda aradaki mesafe 50 metre" der. Bunun üzerine mantıkçı rahibe:
- "Bunun tek mantıklı açıklaması var ve adam bize tecav*z edecek ve daha hızlı yürümemiz gerek" der. Rahibeler daha hızlı yürümeye başlarlar. 2 dakika sonra matematikçi rahibe:
- "Adam da hızlandı ve aradaki mesafeyi kapatıyor, şu anda 30 metre arkamızda."  mantıkçı rahibe:
- "O zaman mantık olarak koşmamız gerekir." Rahibeler koşmaya başlar ve 3 dakika sonra matematikçi rahibe:
- "O da koşuyor ve arayı kapatıyor şu anda mesafe 10 metre."  mantıkçı rahibe:
- "O zaman mantık olarak bizi yakalayacak. Birimiz sağa, diğerimiz sola saparak kiliseye ulaşmaya çalışalım. En az birimiz kurtulur." Ve matematikçi sağa doğru koşmaya, mantıklı sola doğru koşmaya başlar. Matematikçi 20 dakika sonra kiliseye ulaşır ve telaş içinde beklemeye başlar. Aradan 40 dakika geçtikten sonra mantıkçı rahibe gelir. Matematikçi sorar:
- "Ne oldu ne yaptın?"  mantıkçı rahibe:
- "Adam beni takip etti. Artık mesafe üç-beş adıma kadar azalmıştı. Mantık olarak daha fazla koşmanın anlamı yoktu." Matematikçi:
- "Eeee." Mantıkçı rahibe:
- "Mantık olarak ben durdum adamda durdu." Matematikçi:
- "Sonra." Mantıkçı rahibe:
- "Mantık olarak ben eteğimi kaldırdım oda pantolonunu indirdi." Matematikçi:
- "Peki daha sonra." Mantıkçı rahibe:
- "Daha sonra ne olacak eteğini kaldırmış bir rahibe, pantolonunu indirmiş bir adamdan daha hızlı koşar.

Maç

İki fanatik futbolsever konuşmaktadır. Biri:- Maça gitmiyor musun?- Ne diye gideyim?. Oynanan futbol değil ki. Hakemler kötü. Oynanan oyun itiş kakış. Saatlerce gişe önünde, kuyrukta bekle. İçeride kavga gürültü. Çıkışta vasıta bulamıyorsun. Diğeri :- Bende tıpkı senin gibi maça gitmiyorum. Beni de tıpkı senin gibi karım bırakmıyor.

Denizcinin Hikayesi

Oturduğu banktan kalktı, üzerindeki denizci üniformasını düzeltti ve şehrin büyük tren istasyonundaki insanları incelemeye koyuldu. Gözleri o kızı arıyordu, kalbini çok iyi bildiği, ama yüzünü hiç görmediği, yakasında gül olan o kızı. Ona olan ilgisi bundan on üç ay önce Florida’da bir kütüphanede başlamıştı. Raflardan aldığı bir kitabın içindeki yazıdan çok etkilenmişti. Kitaptan değil, sayfalardan birinin kenarında kurşun kalemle yazılmış minik notlardan. Yumuşak el yazısı düşünceli bir ruhu ve insanın içine işleyen bir karakteri yansıtıyordu. Kitabın baş sayfasında, o kitabı en son okuyan kişinin ismini gördü: Bayan Hollis Maynell. Biraz zaman ve çaba sonunda adresini buldu. Bayan Maynell New York’ta yaşıyordu. Blanchard ona kendisini tanıtan ve mektup arkadaşı olmayı teklif eden bir mektup yazdı. Ertesi gün de İkinci Dünya Savaşı’na katılmak için Avrupa’ya doğru yola çıktı. Daha sonraki bir yıl bir ay boyunca birbirlerini mektuplarla tanıdılar. Her mektup kalplerine düşen bir sevgi tohumuydu sanki. Bir romantizm başlıyordu. Blanchard kızdan bir resmini istemişti, ama kız reddetti. Kendisini gerçekten önemsiyorsa nasıl göründüğünün ne önemi vardı?. Sonunda Blanchard’in Avrupa’dan dönüş günü geldi çattı. İlk buluşmalarını ayarladılar. New York Tren İstasyonu’nda akşam saat tam 7’de.”Beni tanıman için” diye yazmıştı kız mektubunda, “Ceketimin yakasında kırmızı bir gül takılı olacak”. İşte saat tam 7’ydi ve Blanchard yüzünü daha önce hiç görmediği, ama kalbini sevdiği o kırmızı güllü kızı arıyordu. Hikayenin gerisini Bay Blanchard’dan dinleyelim:” Birden genç bir kızın bana doğru yürüdüğünü farkettim. İnce ve uzun boylu, dalgalı sarı saçları o güzel kulaklarının önünden omuzlarına düşmüş. Çiçek rengi mavi gözlü. Dudaklarının ve çenesinin muntazam kıvrımları ve açık yeşil giysisiyle insana sanki baharın geldiğini müjdeleyen bir kızdı. Ben de ona doğru yürümeye başladım. O kadar etkilenmiştim ki yakasında gül olup olmadığına bakmak aklıma bile gelmedi. Ona yaklaşınca, dudaklarında hafif ve tahrik edici bir gülümsemeyle bana ‘Benimle aynı yöne mi gidiyorsun, denizci?’ diye fısıldadı. Neredeyse kontrolsüz bir şekilde ona doğru bir adım daha atıyordumki, o anda Hollis Maynel’i gördüm. Kızın tam arkasında duruyordu. 40’ını çoktan geçmiş, grileşmeye başlamış saçlarını şapkasının altında toplamış. Şişmana yakın, kısa boylu, kalın bilekli ayakları topuksuz ayakkabılara gömülmüş. Kafamı çevirdim, yeşil giysili kız hızla uzaklaşıyordu. Kendimi ikiye bölünmüş hissettim; arzularım kızı takip etmemi, ta içimden gelen bir istek ise ruhu bir yıldır bana eşlik eden kadınla kalmamı söylüyordu. İşte orada öylece duruyordu. Solgun, kırışık suratı kibar ve duygulu, gri gözleri sıcaktı. Çekinmedim. Beni tanımasını sağlayacak mavi deri ciltli kitabı ona doğru tuttum. Bu aşk olamazdı, ama, mutlaka değerli, belki aşktan da güzel, çoktan beri minnettar olduğum ve olacağım bir arkadaşlık gibi bir şey olabilirdi. Kadını selamladım, her ne kadar gizlemeye çalıştıysam da pek başaramadığım hayal kırıklığımı belli eden sesimle ‘Ben Teğmen John Blanchard, siz de Bayan Maynell olmalısınız. Sizinle buluşabildiğim için çok mutluyum. Sizi yemeğe götürebilir miyim?’ diye sordum. Kadının yüzüne bir gülümseme yayıldı: ‘Neden bahsettiğini bilmiyorum delikanlı’ dedi, ama şu az önce buradan geçen yeşil elbiseli kız bu kırmızı gülü yakama takmamı rica etti benden, ve eğer siz beni yemeğe davet edecek olursanız kendisinin sizi caddenin karşısındaki büyük restoranda beklediğini söylememi istedi. Dediğine göre bu bir çeşit sınavmış .”

Yarışma

Birgün padişah bir yarışma düzenlemiş. Kızını halkın önünde soyunduracak ve dalgası kalkmayana büyük miktarda altın verecekmiş. Ülkenin her yerinden yarışmaya katılanlar olmuş ve tabi bizim Nam-ı Kemal de durur mu o da katılmış ama diğerlerinden daha hazırlıklı gelmiş. Şeyini, kalkmasın diye bacağına dolamış! Neyse yarışma başlamış. Padişahın kızıda ne öyle, güzeller güzeli taş gibi bir vücut, dayanılacak gibi değil. Hal böyle olunca da herkesin şeyi kalkar kurşuna dizilir, bizim Nam-ı Kemal'in bacağı kalkar topa tutulur!

Kasap

İki deli bir gün oyun oynamaya karar vermiş. Biri diğerine: - Hadi ben kasap olayım sen de müşteri ol. Diğeri de kabul etmiş. Müşteri olan deli kasaba gelmiş ve: - Bir kilo odun verir misin usta demiş. Diğeri de: - Peki. Şişeleri getirdin mi demiş.

İnek testi

Bir gün Temel ve Dursun bakmışlar Türkiye’de iş yok Almanya’ya gitmeye karar vermişler ama ceplerinde para yok. O zamanlarda Almanya’ya hayvanlar bedava gidiyolarmış, bunlarda neleri varsa satıyolar ve bir inek kostümü alıyolar. Temel öne Dursun’da arkaya geçiyor ve gümrüğe gidiyolar gümrükteki memur bunları bir test edeyim diyor ve ineğin önüne bi tomar saman getiriyor - sen gerçek ineksen bu samanları yersin diyor. Temel mecburen yiyor ondan sonra memur bir kova su getiriyor - eger sen gerçek ineksen bunu içersin diyor ve Temel içiyor. Memur bu sefer bi tomar taze ot getiriyo ve ineğin önüne koyuyor Temel mecburen yiyor. Artık Temel şişiyor ve bir lokma bir şey yiyemez hale geliyor. Ama bu sırada Temel başlıyor gülmeye. Dursun merak ediyor. Soruyor - ula Temel neden gülirsen? Temel de cevap verir: - memur bizim gerçek inek olup olmadığımızı anlamak için bir tane öküz getiriyor.

bizim ev çerhanemidur

Temel'le Fadime birgün Fadimenin babasının evine gitmişler. Neyse orada kalmaya karar vermişler. Gece Temel Fadime'yle sevişmek istemiş. Fadime - Hayır olmaz burası babamın evi deyince; Temel de - Burası babanın evi de bizim ev çerhanemidur da demiş.

Doyumsuz Kuş

Lokantaya gelen adam, tek başına kocaman bir masa tutmuş ve yemeğine başlamış. Adam çok az yiyor fakat omzundan kalkıp uçan kuş masadaki her şeyi silip süpürüyormuş. Masa tekrar kuruluyor fakat kuş yine her şeyi yiyormuş. Buna çok şaşıran garsonlar sebebini sormuş. Adam anlatmaya başlamış: "Çok uzun zaman önce bir cin benden 3 isteğimi sordu. Ben ilk olarak bol para istedim. Gerçekten çok param oldu. İkincisi ise çok kadındı. Bu da gerçekleşti. Üçüncü isteğim ise doyumsuz bir kuştu. Yanlış anladı yavşak.

Sedef Çiçeği

Mahkeme salonunda, seksenlerindeki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı. Adam inatçı bakışlarla suskun, Ninenin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözleri ve keskin çizgileriyle bıkkın bakışları süzüyordu etrafını. Ve Hakimin tokmak sesiyle sustu uğultu ve tok sesiyle, sözü yaşlı kadına verdi, hakim. “Anlat teyze neden boşanmak istiyorsun.?” Yaşlı kadın derin bir nefes çektikten sonra baş örtüsüyle ağzını aralayıp, kısılmış sesiyle konuşmaya başladı. “Bu herif yetti gayri, 50 yıldır bezdirdi hayattan.” Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu mahkeme salonunda. Sessizlik bu tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu, kim bilir nasıl bir manşet atacaklardı, yaşanmış 50 yılın ardından. Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı, kadın neler diyecekti. Herkes onu dinliyordu. Yaşlı kadının gözleri doldu. Ve devam etti. “Bizim bir sedef çiçeği vardı, çok sevdiğim. O bilmez. 50 yıl önceydi. O çiçeği bana verdiği çiçeklerin arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm. Yavrumuz olmadı, onları yavrum bildim. Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım. Her gece güneş açmadan önce bir tas suyla sulayacağım onu diye. İyi gelirmiş dedilerdi. 50 yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayayım demedi. Ta ki geçen geceye kadar. O gece takatim kesilmiş. Uyuyakalmışım. Ben böyle bir adamla 50 yıl geçirdim. Hayatımı, umudumu her şeyimi verdim. Ondan hiç bir şey göremedim. Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim. Onsuz daha iyiyim, yemin ederim.” Hakim, yaşlı adama dönerek; “Diyeceğin bir şey var mı baba” dedi. Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle hakime yöneldi. “Askerliğimi, reisicumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım, o bahçenin görkemli görünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim. Fadime’mi de orada tanıdım. Sedefleri de. Ona en güzel çiçeklerden buketler verdim. O çiçeklerle doludur bahçesi. Kokusuna taptığım perişan eder yüreğimi. İlk evlendiğimiz günlerin birinde boyun ağrısından onu hekime götürdüm. Hekim çok uzun süre uyanmadan yatarsa boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi. Her gece uykusunu bölüp, uyansın, gezinsin dedi. Hekimi pek dinlemedi, bizim hatun. Lafım geçmedi. O günlerde tesadüf bu çiçek kurudu. Ben ona gece sularsan geçer dedim. Adak dilettim. Her gece onu uyandırdım. Ve onu seyrettim. O sevdiğim kadının yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim. Her gece o çiçek ben oldum. Sanki. Ona bu yüzden tapabilirdim.” dedi adam o yaştaki bir adamdan beklenmeyecek ifadelerle. “Her gece O yattıktan sonra uyandım. Saksıdaki suyu boşalttım. Sedef gece sulanmayı sevmez, hakim bey. Geçen gece de. Yaşlılık. Ben de uyanamadım. Uyandıramadım. Çiçek susuz kalırdı amma, kadınımın boynu yine azabilirdi. Suçlandım. Sesimi çıkartamadım.” O an Mahkeme salonunda her şey sustu. Ertesi sabah gazeteler “Sedef susuz kaldı” diye yine yalnızca neticeyi haber yaptılar.

Matematik Dersi

Matematik öğretmeni ilkokul çocuklarına sormuş : -Ağaçta 5 kuş var. Birini vurdum kaç kaldı? Ahmet hemen : -Hiç kalmaz. Çünkü sesten hepsi uçar, demiş. Öğretmeni bunun üzerine : -Olmaz öyle şey, diye cevap vermiş. Burası matematik dersi. 5 taneden biri vurulursa 4 tane kalır. Ama düşünüş biçimini beğendim. Ahmet fena halde hırslanmış : -Bende bir şey sorabilir miyim öğretmenim, demiş. Sor bakalım. -3 kadın dondurma yiyor, biri ısırarak, biri yalayarak, biri emerek yiyor. Bunlardan hangisi evli. Öğretmen kızarıp bozarmış. Sonunda : -"Bilemem", demiş. "Emen mi?" Ahmet cevabi yapıştırmış : -Yoo, parmağında alyansı olan. Ama düşünüş biçiminizi beğendim.

28 Eylül 2016 Çarşamba

Akıllı Eşek

Milletvekilinin biri bir köyu gezerken, bağlı olduğu değirmeni döndüren bir eşek görmüş. Yanındaki köylüye sormuş; Bu eşeğin boynundaki zil ne işe yarıyor? Efendim, demiş köylü, o zil sustuğunda eşeğin durduğunu anlıyorum. Müdahale edince tekrar harekete başlıyor. Akıllıca , demiş vekil. Peki eşek olduğu yerde durupta başını sağa sola sallarsa nereden anlayacaksın durduğunu? Anlayamam; ama ne gezer efendim sizin gibi akıllı eşek buralarda.

Karpuz taşımaca

Nam-ı Kemal, Japon, Alman ve Ingiliz en çok kimin karpuz taşıyacağı üzerine iddiaya girerler. Jopon der ki: - Ben iki tane taşırım.. Koltuklarımın altına birer tane alarak. Ingiliz der: - Ben de 4 tane taşırım.. İki tane koltuk altlarıma, iki de omuzlarımın üstüne alırım. Alman da der ki: - Ben de beş tane taşırım.. Herkes şaşırır nasıl taşırsını - İki tane koltuk altına alırım, iki tane omuzlarımın üstüne, bir tane de önüme takarım demiş. Sıra Nam-ı Kemal e gelmiş, o da 9 tane taşırım demiş.. Nasılı demişler.. - İki tane koltuk altına, iki tane omuzlarıma alırım.. Almanı da önüme takarım.

Ateş düştüğü zaman

Nasreddin Hoca'nın evine tüccar arkadaşı misafir olmuş. Hoca ona mantı pişirip getirmiş. Arkadaşı acele edip mantıyı hemen ağzına atınca boğazı yanmış. Boğazının yandığını belli etmemek için başını tavana doğru dikmiş ve yanmanın etkisi gidince de başını tavandan indirmeyip sormuş : -"Hocam bu tavanı ne zaman yaptınız?" Hoca hemen: -"Boğazına ateş düştüğü zaman", demiş.

İş Başvurusu

Temel, bilişim sektöründe çalışan bir firmaya iş başvurusu yapmış. Firma yetkilileri önce bir bilgi testinden geçmesi gerektiği söylemişler ve ilk soruyu sormuşlar : - Internet ne demektir ? Temel düşünmüş, taşınmış ve : - İşe ciremedum temektur...

Fiskobirlik

Temel ile Fadime birbirlerini çok istiyorlarmış. Fakat utangaçlıklarından birbirlerine açılmak ne, kelime konuşmaları bile çık zormuş. Tesadüfen yalnız kaldıkları bir günde, artık canına tak demiş olan Temel Fadimeye:
- "Ha bu fındıklıklardan yukarı bir çıkalım mı? der.
Fadime de:
- "He Temel çıkalım." der.
Biraz yürürler. Temel konuşacak kelime bulamaz. Fadime durumu anlar ve:
- "Bari bir soru sorayım da Temel açılsın." diye düşünür ve Temel'e sorar:
- "Uy Temel, ha bu fındıklıklar kimindir?" der.
Temel hemen atılır:
- "Amcamındır. Bir tane koparanın işini bitiririm."
Fadime hemen bir fındık koparır. Temel fırsatı kaçırmaz. Hemen Fadimeye sarılır ve fındıklıkların altında işlerini bitirirler. Sonra kalkıp tekrar yürümeye başlarlar. İkisi de mutludur. Biraz sonra Fadimenin canı çeker ve tekrar Temel'e sorar:
- "Temel, ha bu fındıklıklar kimindir?"
Temel:
- "Dayımındır, bir tane koparanın işini bitiririm." der.
Fadime hemen bir tane koparır. Temel tekrar fadimeye sarılır ve uzun uzadıya fındıkların arasında işlerini görürler. Tekrar kalkarlar ve yürümeye başlarlar. Biraz sonra Fadimenin canı tekrar ister, Temel de aynı işi yapar. Bu böyle birkaç defa daha devam eder. Temel'de artık pil bitmiştir. Fakat Fadime doymak bilmez ve tekrar sorar:
- "Uy Temel, ha bu fındıklıklar kimindir da?"
Temel:
- "Ha bilmiyorum, galiba fiskobirliğindir."

Bilet

Ülkenin birinde çok azgın bir kadın varmış, kimse bu kadını cinsel doyuma ulaştıramamış! En sonunda akıllara Nam-ı Kemal gelmiş olsa olsa bu işi o becerir demişler ve onu çağırmışlar.. Nam-ı Kemal´in de Ben bu işi ancak karanlık bir odada yaparım diye özel bir isteği olmuş.. Neticede Nam-ı Kemal ve kadın karanlık bir odada başlamışlar sevişmeye... 1 saat, 2 saat 3,5,7,10,15,20 saat olmuş ikisinde de tık yok... 24 saat sonra kadın artık pes etmeye başlamış ve seslenmiş: - Yeter artık Nam-ı Kemal yeter, ben öldüm! - Ne Nam-ı Kemal´ı abla ben Recep! - Recep mi? Peki Kemal? O nerde? - O dışarda bilet kesiyo abla

Çare yok

Vaktin birinde bir doktorun yolu bir köye düşmüş. Bakmış köylüler dertli bir şekilde oturmuş düşünüyorlar, merak edip sormuş; - ‘‘Ne var? Nedir derdiniz?’’. - ‘‘Genç bir kadın var çok hasta ölüyor’’. Doktor; - ‘‘Bir’de ben bakayım’’ demiş. Alıp doktoru genç kadının evine götürmüşler. Doktor hastanın odasına girmiş. Herkesi dışarı çıkarmış. Genç kadını muayene etmiş. Kadının hastalığı basit bir soğuk alğınlığı. Ancak ateşi çok yükseldiği için bayğın halde kendinde değil. Doktor hemen bir iğne yapmış. O sırada kadının bacakları açılmış. Güzel de bir kadın. Doktor dayanamayıp kadının koynuna girivermiş. Ama o sırada köylüler, pencereden doktoru seyrediyorlarmış. Bir süre sonra doktor kadının odasından çıkmış. - ‘‘Yarın sabaha iyileşir’’ diye de köylüleri telkinde bulunmuş. Gerçekten kadın ertesi sabah iyileşmiş. Doktor da birkaç gün sonra köyden ayrılmış. Aradan bir yıl geçmiş doktorun yolu yine aynı köye düşmüş. Bakmış köylüler yine çok dertli. - ‘‘Ne oldu? Ne var?’’. - ‘‘Bizim ağanın karısı çok hasta ölüyor’’. Doktor; - ‘‘Bir de ben bakayım’’ demiş. Köylüler umutsuzca başlarını sallamışlar. - ‘‘Hiç zahmet etme doktor bey, bütün köyün erkeklerine ağa emir verdi. Hepimiz sıra ile senin yöntemlerini uyğuladık, ama nafile iyileşmiyor’’.

Benim Karım Değmez

Viagra kullanımının yasak olduğu Mısır’da bir mısırlı pazarda gezerken yanına bir yabancı kaçakçı yaklaşmış. “Beyefendi” demiş, “Viagra almak istemez misiniz. Sadece 100 Mısır lirası” - Değmez. - 50 Mısır lirasına ne dersiniz? - Değmez. - Peki ya 20? - Hayır değmez. - Peki ya 10 Mısır Lirası? - Değmez. - Bakın, bu hapların her bir tanesi 10 Mısır Lirasına maloluyor. Nasıl olur da “Değmez” dersiniz ! - Yo yo, Haplara değer. Ama karım buna değmez.

Herkese Sevgi

Vietnam'da savaştıktan sonra sonunda evine dönmekte olan bir asker hakkında bir hikaye anlatılır.San Francisco'dan ailesini aradı -Anne baba, eve dönüyorum, ama sizden bir şey rica ediyorum. Yanımda bir arkadaşımı da getirmek istiyorum. -Memnuniyetle, onunla tanışmak isteriz,diye cevapladılar.. Oğulları, -Bilmeniz gereken bir şey var diye devam etti. -Arkadaşım savaşta ağır yaralandı. Bir mayına bastı ve bir koluyla ayağını kaybetti. Gidecek hiçbir yeri yok, ve onun gelip bizimle kalmasını istiyorum. -Bunu duyduğuma üzüldüm oğlum. Belki onun başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz. -Hayır. Anne, baba, onun bizimle yaşamasını istiyorum. -Oğlum, dedi babası, -Bizden ne istediğini bilmiyorsun. Onun gibi özürlü biri bize korkunç bir yük olur. Bizim kendi hayatımiz var, ve bunun gibi bir şeyin hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz. Bence bu arkadaşını unutup eve dönmelisin. O kendi başının çaresine bakacaktır. Oğlu o anda telefonu kapattı. Ailesi ondan bir süre haber alamadı. Ama birkaç gün sonra, San Francisco polisinden bir telefon geldi. Oğullarının yüksek bir binadan düşüp öldüğünü öğrendiler. Polis bunun intihar olduğuna inanıyordu. Üzüntü dolu anne-baba hemen San Francisco'ysa uçtular ve Oğullarının cesedini tespit etmek için şehir morguna götürüldüler. Onu tanıdılar, ve bilmedikleri bir şey daha öğrenince dehşete düştüler: Oğullarının sadece bir kolu ve bir bacağı vardı. Bu hikayedeki aile de bir çoğumuz gibi. Güzel olan yada birlikte olmaktan zevk aldığımız insanları sevmek bizim için çok kolay, ama bize rahatsızlık veren yada yanlarında kendimizi rahatsız hissettiğimiz insanları sevmiyoruz. Bizim kadar sağlıklı, Güzel yada akilli olmayan insanların yanından uzak durmayı tercih ediyoruz. Ney seki, bize bu şekilde davranmayan biri var. Biz ne kadar bozulmuş olursak olalım, bizi sonsuz ailesinin yanına çağıran şartsız sevgiyle seven biri. Bu gece, uyumadan önce, insanları olduğu gibi kabul edebilmemiz ve bizden farklı olanlara karşı daha anlayışlı olabilmemiz için gereken gücü vermesi için Allah'a kısa bir dua edelim.

İki Yahudi

Yakışıklı bir genç ve yaşlı bir Yahudi uzun bir tren yolculuğunda aynı kompartımanı paylaşırlar. İhtiyar biner binmez, genç adam saati sorar, ancak yanıt almaz. Tüm gece süren yolculuk boyunca da hiç konuşmazlar. Ertesi sabah, varışÂ¸ istasyonuna gelmeden önce, ihtiyar "Şimdi saat 8.30 oldu!" der. Genç, şaşkınlıkla "Niye ancak şimdi cevap verdiniz ki?" diye sorar. "Bakınız, genç adam: Size dün akşam saati söylemiş olsaydım, sohbete baslayacaktık. Bana muhtemelen, benim de gittiğim kente yolculuk ettiğinizi ve belki de oraya ilk kez gittiğinizi söyleyecektiniz. Ben de, iyi bir insan olduğum için, sizi evime davet edecektim. Orada kızım ile tanışacaktınız. Çok güzel bir kız olduğu için, onu kesinlikle beğenecektiniz. Eh, siz de çirkin sayılmazsınız - o da, sizi beğenecekti. Kuvvetle ihtimaldir ki, bu iş evliliğe kadar gidecekti. Ben de düşündüm: Saati bile olmayan meteliksiz bir damatla, benim ne işim var.

Ayakkabı

Temel işe girmek için sözlü sınava giriyor. Çok heyecanlı, bir önceki adaya soruyor : - Ne sorayiler? - Ayakkabı. Temel’in sırası geliyor, bilsin diye kolay soruyorlar : - Dört ayaklıdır, miyav miyav der. Temel soruyor : - Bağcıkli midur?

Temel ve sevgilileri

Temel in 3 tane sevgilisi vardir.Biri öğretmen, biri doktor, biri de santralcidir. Fakat öğretmenle evlenmeye karar verir. Bunu bilen arkadaşı sorar: - Niye öğretmen de diğerleri değil? Temel de ona döner: - Ula der, bilmez misin doktorlar "bugün git yarin gel" der, santralci de "su an mesgul daha sonra tekrar deneyin" der. Ama öğretmen ne der? Hadi bir daha tekrarlıyalım...

Masayı Kaldıramadım

Hakim Temel'e sorar - Niye adamın başına sandalyeyle vurdun? Boynu bükük Temel - Ne yapayum, çaresizluk efendum. Masayi kaldiramadum ki...

Avukat Tutmuş

Hakim sanığa sordu: - Karakolda suçunu itiraf etmişsin sen, peki şimdi niye inkar ediyorsunı - O zaman henüz avukat tutmamıştım. Şimdi suçsuz olduğuma ben bile inandım!

Gülmeyen At

Diyarın birinde padişah eğlence olsun diye bir yarışma açmış. Buna göre kim padişahın atını güldürmeyi becerirse 1 çuval altın alacak. Her tarafa haberler salınmış, duyurular yapılmış. Yarışma zamanı gelince herkes deniyor ama kimse atı güldürmeyi beceremiyor tabi, bazısı yarım saat bazısı 2 saat uğraşıyor ama sonuc yok. Bizim Nam-ı Kemal’de yarışmaya katılmış. Sıra buna gelince, atın bulundugu odaya almışlar, 1 dakika sonra Nam-ı Kemal odadan çıkmış ve atı güldürdüğünü altınlarını almak istediğini söylemiş. Padişah ve görevliler şaşkınlık içinde tabi bir bakmışlar hakkaten at gülmek ne demek kahkahalar atıyor yerlere yatmış tepiniyor. Sonuçta altınları vermişler Nam-ı Kemal’e. Aradan günler geçmiş ama at hala gülüyor, bir türlü susturamamışlar. Son çare olarak Nam-ı Kemal’i bulup, nasıl güldürdüyse susturmasını istemişler. Nam-ı Kemal bir çuval daha altın verirlerse bunu yapacağını söylemiş. Kabul edilmiş isteği tabi ki. Neyse bizimkini atın olduğu odaya almışlar tekrar, yine girişi ile çıkışı bir anda olmuş. Bir bakmışlar at bu sefer ağlıyor, hem de hüngür hüngür. Tam altınlar verilirken, padişah : - Sana bu altınları veririm ama bir şartla, bu atı nasıl güldürdüğünü ve şimdide nasıl ağlattığını söyleyeceksin Nam-ı Kemal başlamış anlatmaya : - Valla hünkarım, ilk geldiğimde atın kulağına yaklaşıp ‘benimki seninkinden büyüktür’ dedim, gülmeye başladı. - Ya şimdi ya şimdi nasıl ağlattın diye atılmış padişah merakla. Nam-ı Kemal padişahın yanına yaklaşmış : - Şimdi de çıkarıp gösterdim.

Şair Padişah

Günün birinde şair bir padişaha ilham gelir ve başlar yazmaya; -”Çıktım ağaca yedim hamını mamını, .? -”Çıktım ağaca yedim hamını mamını, .? Gerisi bir türlü gelmez. Padişah geceleri uyku uyuyamaz olur şiirini tamamlayamamıştır bir türlü. En sonunda ülkesinin bütün şairlerini sarayında toplatır ama yine nafile onlarda bu mısranın devamını getiremez. Artık en son sıra Nam-ı Kemal´e gelir ve padişah başlar. -Hadi Nam-ı Kemal getir şunun devamını da ne istersen vereyim sana! -Buyrun Padişahım. -Çıktım ağaca yedım hamını mamını. Nam-ı Kemal hemen devam eder; -”Düşersen aşaği görürsün ananın *mını.”

Alma Yarışması

Günün birinde içine alma yarışması düzenlenir. İngiliz, Alman ve Nam-ı Kemal. İlk önce İngiliz masanın yanına gelir ve büyük bir karpuz koyar ve üstüne oturur karpuz kaybolur herkes alkışlar. Sıra Almana gelir oda masanın üstüne büyük bi kabak koyar oturur ve kabak kaybolur. Alkışlar daha da yükselir ve sıra Nam-ı ktadır oda masanın üstüne bir tane elma koyar herkes yuhalamaya başlar ve Nam-ı Kemal masaya oturur herkesin sesi daha da artmıştır çünkü ne elma ne de masa ortada yoktur.

Kısaltma

Dilbilgisi dersinde öğretmen: "Sarı saçlı kız elleri pencerenin pervazına dayalı halde dışarı baktı ve güldü." cümlesini kim bana kısaltıp söyler?" diye sorunca, Temel;hemen ayaga kalkar ve söyle der: - Orospi.

Dilbilgisi dersi

Dilbilgisi dersinde Karadenizli öğretmen, Erzurumlu öğrencisini sözlüye kaldırıp sormuş: - Bakmak fiilinin çekiminu yap bakalım... Erzurumlu öğrenci hemen atlamış: - Bakirem, bakirsen, bakir.. Öğretmen, öğrencisinin bu cevabı karşısında onu azarlamış: - Uy diluni eşekarisu soksun. Öyle mi denur daa! Onun aslı pöyledir: Pakayrum, pakaysun, pakay...

Sevgi Budur

Delikanlı kızı çok seviyordu. Evleneceklerdi. Ama sorunları birden artmıştı. işte ve evde. Asabileşmiş sevgilisini üzer olmuştu. Hatta ağlatmıştı bir keresinde. Bir gün. Mutlu bir gün. Birbirlerine sarılmışken, delikanlı sordu: - “Bana neden katlanıyorsun?. Ama hemen cevap verme. iyi düşün!. - “Ben aynı soruyu senin için kendime sordum ve cevabı buldum. Bakalım sen ne cevap bulacaksın?” Kız düşündü ve yanıt verdi: - “Seni sevdiğim için” Delikanlının suratı asılır gibi oldu. Kız beklenen yanıtı vermediğini hissetti. Bakalım doğru cevap neydi?. O da sordu: - “Peki sen bana neden katlanıyorsun?.” Delikanlı sımsıkı sarıldı kıza. - “Ben sana katlanmıyorum ki!!!.”

Amin

Çok iyi giyimli bir iş adamı Vatikan’a gelir papayla görüşmek istediğini söyler. Kendisini bir Kardinal’e götürürler. Adam ısrar eder. - Sizinle değil, doğrudan Papa ile ve yalnız görüşmek istiyorum. Sonunda adamı Papa’nın huzuruna çıkarırlar. Ama adamın ne istediğini merak eden Kardinaller kapının dışında kulak kesilmiş içeriyi dinlemektedirler. İçeride sesler yukselmiştir. Adam : - 1 milyar dolar. Papa : - Olmaz - 2 milyar dolar. - Hayır. - 5 milyar dolar. - Hayır. Adam kapıyı çarpar, hışımla uzaklaşırken Kardinaller içeri koşuşur. - Sayın Papa hazretleri, 5 milyar dolar muazzam bir para. Düşünün bu para ile kaç katedral, kaç kilise yapılır, dünya üzerine kaç misyoner gönderilirdi. Parayı niçin kabul etmediniz? - Ne yani? Her duadan sonra Amin yerine Coca Cola mı deseydik?

Tek elle alkış

Çok güzel bir genç kadın bir gece klubünde stiprizci olarak iş bulmuştu. İlk kez sahneye çıkacağı için çok heyecanlıydı. Ancak ışıklar üzerinde parlar parlamaz öyle bir alkış tufanı koptu ki, heyecanı hemen yatıştı. Üzerindeki elbiseyi çıkardıktan sonra, alkışlar biraz azaldı. Çoraplarını çıkardıktan sonra ise alkış seslerinde biraz daha azalma oldu. Sütyenini çıkardığında salondan tek tük alkış sesleri geliyordu. Nihayet, üzerinde kalan son giysi parçasını da çıkarıp attı. Artık salondan tek bir alkış sesi bile gelmiyordu. Vücudunun güzelliğinden son derece emin olan yıldız adayı şaşkınlık içerisinde ön masada oturan bir adama yanaşarak sordu: - “Şey acaba vücudumu beğenmediniz mi?” Adam heyecandan soluyarak: - “Nereden çıkardınız bunu?” dedi. - “Ne bileyim. Ben soyundukça alkışlar kesildi de.” - “Tabi kesilecek” dedi adam. “İnsan tek elle nasıl alkış tutabilir ki?”

Anasını Bile

Çocukla annesi, birgün plaja gitmişler. Annesi güneşlenirken çocuk, sürekli annesini üzerine kum serpiyormuş. Annesi, çocuğa ne kadar kızsa da, çocuk, devam ediyormuş. Bu sırada yanlarına bir kıro gelmiş. Kıronun geldiğini duyan kadın, kıroya: -”Amcası, bu çocuk yaramazlık yaparsa döversin, değil mi?” kıro pala bıyıklarını sıvazlayarak -”Anasını bile *ikerim.”

siyah şey

Zamaniyle bizde ruhlara cinlere meraklıydık. Aslında bunu yazmak istemiyodum ama paylasmak istedim. Yaklasık 6 sene once ben 15 yasındaydım ve arkadaslarla her zamanki gibi evin onunde oturup muhabbet edecektik. Bende hemen assaga indim. Assaga indigimde bir cocugu korkutuyolardı. Bende buna katıldım ve bu apartmanda gizlice biri oldu ve bizde onu duvarların arasına gomduk dedik ve ruhunun hep gezindigini ve herkesin cok korktugunu solemistik. Tabi cocuk aklıyla inandı buna bizde bunu korkutmaya calısıyoruz. Bunlar evin arkadasında yururlerken ben dısarı cıkardıgım muzik setinin kolonlarıyla mikrofon dan cıkardıgım garip garip sesleri assagıdakilere dinletiyorum. Cocuk olesine korkmustuki bunu bilmeyen baska cocuklarda buna inanmaya baslamıstı. Bizde bunun devam etmesi icin yan blogun bodrum katına bir yer hazırladık ve sanki insan olusu varmıs gibi duruyodu arkadaslarda duvarların arkasından yerlere cam lar atıyoar icerde cıkan sesler yankılanıyodu. Artık butun mahallenin cocukları buna inanmıstı. Hepsi olamaz bole bir sey diyodu. Sonunda bir aksilik cıkmadan aksamı getirmistik. Bu arkadaslardan bir grubu yine assaga ineceklerdi. İnanmıslardı ama gece ne olacagını merak ediyolardı. Gece biz bunların buraya gidecegini ogrendik ve arkadaslarla bir sey yapamayacagımız icin kara kara dusunmeye basladık cunku oyunumuz ortaya cıkacaktı. Cardakta oturuyoduk o sırada kapkara bir sey onumuzden gecti biz ya kedi ya kopek dedik bunun icin. En sonunda karar aldık. Gizli saklanma yerimize gidecektik. Bu bos bir evdi apartmanın zemin katı panjurdan giriyoduk. Eve girmistik Isıkları acmaya calsıtık ama yanmadı ve birden onumuzden yine o siyah sey gecti. İnanamamıstık kedi degildi kopek olsa saldırırdı. Cok urkmustuk. O sırada cıglıklarla arkadasları bizi aramaya basladılar biz bize bir oyun oynadıklarını dusunduk. Fakat oyun degilmis Assaga indiklerinde bodrumun ısık alan camları kırılmaya baslamıs ve duvarların icinden sesler gelmeye baslamıs. Bizde buna inanmayıp assaga indik. Ve gordugumuz sey sonunda bizide korkutmutu. Orada bir sey ler fazla idi ve bunu bir insan bizden habersiz yapamazdı anahtarlar bizde idi. Oradaki masa ve bıcak. Resmen kanlıydı ve o sırada iceriden dısarıya yine o siyah sey cıktı. Artık altımıza dolduracaktık. kactık en iyisi herkezin evlerine gitmesiydi. Evlere gittik. Ben durmadan dua ediyodum. En sonunda anneannem bizde kaldıgı icin bende salonda yatacagımdan esyalarımı aldım ve salona gittim. Uyumak icin gozlerimi kaptıgımda bir ses duyuyodum. Bunlar sanki birinin bana dogru yurudugu sanki yaklastıgı gibi ayak sesleriydi gozumu actım ve sesler kesildi. Tekrar gozumu kapdıgımda yine bana bir sey ler yaklasıyo gibiydi ama cok hızlı sekilde gozumu actık. Dayanamıyodum cıglık atacaktım en sonunda bildigim butun dua ları okudum ve uyudum. Fakat cagre etmedi resmen icimden bir ses kesinlikle dua etme ve gozunu acma diyodu. Dayanamamıstım birden cıglıkla kalktım ve iceriye kostum. O gun abimin yanında yattım. Fakat oburgun uyandıgımda bulusma yerinde bir seyler olmustu. Sabah o ısık girmeyen evde onlarca göz ve insan golgesi sesler duymuslardı. Hepimiz delirmis gibiydik. İyilesene kadar cıkamadık bir yere. Sondan biz bu oyunu yaptıgımızda birilerinin ruh cagordıgını ogrendik. ve bir daha bole bir sey yapmamaya soz verdim.

Cukur

Zamparanın birinin iki tane karısı varmış birisi hak diğeri huk. Adam hak’a akşam geç gelirsem bilki huktayım. Huk’ada akşam geç gelirsem bilki haktayım diyormuş. Adam gece kafayı çektikten sonra eve dönerken derin bir b*k çukuruna düşmüş adam yardım ister ama kimse yok adamın canına tak etmiş kendi kendine: -Ulan hak hukta sanar huk hakta bilmezlerki herif boynuna kadar bokta.

Tıp o kadar ilerledi mi?

Temelin şeyi o kadar uzundurkiii çorap giyer başına ama sürekli de paçasından yere temas ettiği için de çorap almaktan bıkar. Yatar hastaneye der kesin şunu biktum çorap almaktan. Tamam der doktorlar yat. Başlarlar ameliyata hemen. -”Tuu” der doktorun biri “Ne kadar keselim demeyi unuttuk, narkozda verdik n’olacak şimdi?” diğeri -”Sorun yok adresi var eşine sorarız.” Açarlar telefonu karşıdaki Fadimedir: -”Buyrun der pen eşiyum.” Doktor: -”Ya özür dileriz hastanemize yattı da ne kadar keselim demeyi unutmuşuz. Sahi ne kadar keselim?” Fadime: -”Madem tıp o kadar ilerledi, ayaklaruni uzatsanuz olmaz mi?”

Akıl

Temelin karısı Fadime kanser olmuş. Bir çok doktor gelmiş, bakmış ve yapacak hiçbir şey olmadığını söylemiş. Akşam olmuş, Temel ile Fadime baş başa kalmışlar. Temel utana sıkıla Fadime’ye: “Sevgili karıcığım, durumu artık sen de anlamışsındır. Yapacak hiçbir şey yok. Çok utanıyorum ama, yıllardır senden çok istediğim, ama bir türlü söyleyemediğim bir şey var. Ters ilişki istiyorum” demiş. Fadime düşünmüş, taşınmış. Bunca yıllık kocam, kırk yılda bir benden bir isteği oldu, nasıl olsa öleceğim diye düşünmüş ve kabul etmiş. O akşam yapmışlar. Ertesi gün Temel işe gitmiş, akşam eve dönünce bir de ne görsün, Fadime iyileşmiş, hiçbir şeyi kalmamış, evi silmiş, süpürmüş. Çok sevinmişler. Ancak birkaç saat sonra Temel başlamış kara kara düşünmeye. Fadime sormuş: “Temelim, ne düşünüyorsun, bak iyileştim, hiçbir şeyim kalmadı”. Temel: “Fadime demiş, düşünüyorum da bunu daha önce akıl etseydik acaba rahmetli babamı da kurtarabilir miydik”.

Beni Tanrı sanıyor

Zengin bir iş adamının kızı, kendisiyle evlenmek isteyen erkek arkadaşını ailesiyle tanıştırmak için evlerine yemeğe çağırır. Yemekten sonra baba damat adayıyla baş başa konuşmak ister ve onu çalışma odasına götürür. "Seninle şöyle erkek erkeğe konuşmak istiyorum", der. "Evlendikten sonra aileni geçindirmek için ne iş yapmayı düşünüyorsunı" Damat adayı durakşamadan yanıt verir: "Aslında benim elimden her iş gelir efendim, evlendikten sonra bir yerde kesinlikle bir iş bulurum. Sonra da nasıl olsa, Tanrı yardım eder." Damat adayının bu yanıtını kuşkuyla karşılayan iş adamı, bu kez daha somut bir soru sorar: "Peki içinde kızımı oturtabileceğin bir eve nasıl satın almayı düşünüyorsunı" Damat adayı yine durakşamadan cevap verir: "Ben aslında çok çalışkan bir insanımdır", der, "Gece gündüz çalışır, para biriktiririm. Sonra da nasıl olsa Tanrı yardım eder, biz de bir ev sahibi oluruz." Kızın babası bu kez sesini yükselterek sorar: "Peki oğlum ileride çocuklarınız olunca onlara nasıl bakacaksınızı" Damat adayı bu soruyu da yanıtlar: "Biraz önce söyledim ya, gece gündüz çalışır kazandığım tüm parayı biriktiririm. Sonra da nasıl olsa Tanrının yardımıyla çocuklarımızı büyütürüz." Damat gittikten sonra kız koşarak babasının yanına gelir: "Damadını beğendiğini gözlerinden anlıyorum babacığım, lütfen söyler misin onun en çok neyini beğendinı" Babası kızının yüzüne tatlı tatlı bakar: En çok benim hakkımdaki görüşünü beğeniyorum", der ve ekler: "Beni Tanrı sanıyor!"

heykel gibi

Kadın sevgilisiyle birlikteyken kocasının eve girdiğini duyar. - Çabuk! Köşeye geç ve bir heykel gibi davran. Bu arada adamın her yerine bebek yağı sürer, üzerine de bebe pudrası serper. - Sakın kımıldama ve heykelmişsin gibi davran! ... - "Bu nedir, hayatım?" diye sorar kocası kapıdan girer girmez. - O mu? Sadece bir heykel. Smith'ler yatak odaları için bir tane almışlardı. O kadar sevdim ki bir tane de ben ısmarladım... O gece heykel hakkında konuşulmaz; hatta herkes yatana kadar. Gece saat iki gibi koca kalkar ve mutfağa gider, bir kaç dakika sonra da elinde bir sandviç ve bir bira ile geri döner. - "Al bakalım" der, "bir şeyler ye. Ben 3 gün boyunca Smith'lerde idiyot gibi dikilirken kimse bana bir bardak su bile vermemişti."

Sadece Yagmur yagdığında

Kadın kocası işteyken sevgilisini eve çağırıyorr, ikisi evde zevk dolu saatler geçirirken birden kapı çalıyor bir de bakıyorlar ki KOCASI EVE ERKEN GELMİŞŞ...! Kadın panik içinde; ''Allahım bu da nereden çıktı şimdi! Çabuk al topla kıyafetlerini, camdan atla kaybol!'' Adam pencereden bakıyor; ''Hayır atlayamam delimisin nasıl yagmur yagıyor görmüyor musun?'' Kadın deli gibi koşturuyor. ''KOcam bizi burada yakalarsa ikimizi de öldürür, atlamak zorundasın hadi çabuk, çabuk!'' Böylece adam çaresiz, kıyafetlerini kaptıgı gibi camdan atlıyor. Ayaga kalkıp birde etrafına bakıyor ki tam maratonun ortasına dalmış.. Bozuntuya vermeden yarışçılarla birlikte koşmaya başlıyor. Tabii çırılçıplak ve pantolonu ve gömlegi elinde koşan bir tek kendisi olduğu için dikkat çekiyor... Koşuculardan biri soruyor kendisine; ''Siz hep çıplak mı koşarsınız?'' -Ah evet evet... Rüzgarın çıplak tenime degmesi kadar güzel bir duygu yok.. ''Ama çıplak koşarken de kıyafetlerinizi hep yanınızda mı taşırsınız?'' -Yaa öyle.. Koşu bitince arabama biner giyinir eve giderim diye.. ''Gerçekten çok ilginç... Peki koşarken hep prezervatif de takar mısınız?'' -Aaa... şey...sadece yagmur yagdığı zaman...

26 Eylül 2016 Pazartesi

iki heykel

Yıllarca, iki kahraman heykeli; biri erkek, biri dişi, birbirlerine bakar durumda parkta dururlarmış, ta ki bir gün bir melek cennetten gelene kadar. - “Sizler iyi ve örnek birer heykel oldunuz, bu yüzden ben de size özel bir hediye vereceğim. Yarım saat için sizi canlandıracağım, siz de bu süre içinde ne isterseniz yapabileceksiniz!” demiş. Ve melek ellerini çırpar çırpmaz heykeller canlanmış, birbirlerine biraz utanarak yaklaşmışlar, ama sonra hızla parktaki çalılıkların arkasına koşmuşlar. Kısa bir süre sonra çalılıkların arkasından kikirdeşmeler, kahkahalar duyulmuş, çalılar sallanmış. Onbeş dakika sonra, çalılıklardan çıkmışlar, ikisinin de yüzünde geniş bir tebessüm varmış. - “Onbeş dakikaniz daha var!” demiş melek, gözlerini anlamlı anlamlı kırparak. Dişi heykelin yüzündeki tebessüm biraz daha yayılmış ve erkek heykele dönmüş: - “Harika! Ama bu sefer güvercini sen tut, ben pisliyim kafasına!"

gönlüm razı olmadı

Okula yeni gelen öğretmen ilk dersinde öğrencilere ilginç bir çağrıda bulunmuş: -"Kendini geri zekalı hisseden varsa ayağa kalksın..." Sınıfta çıt yok. Nihayet biri kalkmış: -"Siz kendinizi geri zekalı mı hissediyorsunı" -"Hayır", demiş çocuk, -"Ama sizin tek başına ayakta kalmanıza gönlüm razı olmadı da..."

Herkes güverteye

Okyanusta büyük bir gemi hızla ilerliyorken, bir an gemi kaptanı herkesi güverteye çağırmış. Herkes güverteye toplanınca: - “Size bir kötü bir de iyi haberim var” demiş. “Hangisi ile başlayayım?” - “İyi olanla” demiş yolcular. - “11 dalda oscar kazanacağız.”

Izah Meselesi

On yıldır evlilermiş. Ama gerdek gecelerinden başlayarak, adam hep karanlıkta sevişmek konusunda ısrar etmiş. Kadıncağız yıllar yılı kaç kez sabahlara kadar yalvarmış, bir kerecik olsun, ışıklari yakıp sevişmek için ama adam hep inatla “Hayır” demiş. “Kesinlikle olmaz. İlle de karanlıkta sevişeceğiz.” O gece kadıncağız gene ışıkları yakmak için yalvaracak gibi olmuş, ama hemen vazgecmiş. Kocası on yıl sonra insafa gelecek değil ya. Vazgeçmis ama sadece yalvarmaktan. Kafasına koymuş, bu kez çünkü. Tam sevişmenin en heyecanlı anı, en doruk noktasında elini kaydırıp, yatağın bas ucundaki gece lambasının düğmesine dokunuvermiş. Bir de görsün. Kocasının beline, o yapay aletlerden biri bağlı değil mi?. “Bunu bana nasıl yaparsın” diye haykırmış. “Bunca yıldır, bu işi sahte bir aletle yaptığını bana söylemedin bile. Hemen açıkla bana her şeyi. Hemen.” Adam çok soğukkanlı yanıt vermiş. “Tamam, tamam. Her şeyi izah edeceğim sana. Ama önce sen bana şu üç çocuğumuzu nasil yaptin izah et, bakalım!.

Gerçek Bir Hikaye

Onu ilk kez orta 2'de görmüştüm. Gerçekten çok güzeldi. Dümdüz saçları, ela gözleri vardı. İçimde acayip birşey hissetmiştim. Ama o bana sadece bakmıştı. Benim sanki dünyam yıkılmıştı. Sonraki günler gene okulda onu görüyordum. Ama o bana sadece bakıyordu. Onu düşünerek bütün yılı geçirmiştim. Son sınıftaydım. Okulun ilk günüydü. Herkes birbiriyle selamlaşıyordu. Ben biraz geç gitmiştim. Zaten okulun ilk günüydü. Gene onu görmüştüm. Çok güzeldi. Daha bir güzel olmuştu.

Otelci Temel

Otelci Temel’in kapısını bir gece bir İspanyol asilzadesi çalmış. - Boş odanız var mı? - Kimsunuz? - Jose de Santana de Monte Cristo de Santa Cruzo. - Haa, pu kadar uşağu alacak yerum yok.

Bilmiyo

Ögretmen çocuklara -"Hayatta en güzel sey nedir?" diye teker teker soruyormus.Çocuklar hava, günes, sevgi gibi cevaplar verirken sira bizim P.ç Ali ye gelmiş.Ali de kalkmis ve -"A*cik" demiş.Ögretmen ise felaket sinirlenerek: -"Baban yarin mutlaka okula gelsin" demiş. Ertesi gün Ali nin babası okula gelmiş. Ögretmen olayi anlatmış. Babasi da -"Çocuk iste hanımefendi. Siz onun kusuruna bakmayın, dötü bilmiyo ki"

Kaç Yıl Kaldı

Padişah müneccime sordu:- Kaç yıl ömrüm kaldı?- İki yıl. Padişah bu cevaba çok üzüldü. Çok akıllı bir veziri vardı padişahın. Müneccimi huzura çağırıp sordu:- Söyle bakalım. Kaç yıl ömrün kaldı senin?- Yirmi yıl. Vezir derhal kılıcını çekip padişahın gözü önünde müneccimi öldürdü. Bu durumdan çok keyiflenen padişah bir daha müneccimlere güvenmedi.

Eczane

Pansiyoncu kadının evinde genç bir erkekle genç bir bayan oturuyordu. Pansiyoncu kadın sabaha karşı genç bayanın odasında bir gürültü duydu. Kalkarak bayanın odasına gitti ve orda delikanlıyı yakaladı. Genç adamın üstünde sadece pijamasının üstü bulunuyordu. “Burada ne işin var?” diye sordu. Delikanlı boynunu bükerek yanıt verdi: “Buraya sadece ilaç getirmek için geldim. Bu bayanın başı ağrıyormuş da.” Pansiyoncu kadın yataktaki bayanı ve ayaktaki delikanlıyı yukarıdan aşağıya süzdükten sonra: “Peki” dedi. “Yalnız sokağa çıkmadan önce eczanenizi kapasanız iyi olur!”

Marangoz

Yaşlı bir marangozun emeklilik çagı gelmişti. İşveren müteahhidine, çalıştıgı konut yapım işinden ayrılarak eşi ve büyüyen ailesi ile birlikte daha özgür bir yaşam sürmek tasarısından söz etti. Çekle aldıgı ücretini elbette özleyecekti. ne var ki emekli olması gerekiyordu. Müteahhit, iyi işçisinin ayrılmasına üzüldü ve ondan, kendisine bir iyilik olarak, son bir ev yapmasını rica etti. Marangoz, kabul etti ve işe girişti, fakat gönlünün yaptıgı işte olmadıgını görmek pek kolaydı. Baştan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı. Kendini adamış oldugu meslegine böyle son vermek ne büyük bir talihsizlikti!. İşi bitirdiginde işveren, evi gözden geçirmek için geldi. Dış kapının anahtarını marangoza uzattı. “Bu ev senin” dedi, “Sana benden hediye” Marangoz şoka girdi. Ne kadar utanmıştı! keşke yaptıgı evin kendi evi oldugunu bilseydi. O zaman böyle yapar mıydı hiç! Bizim içinde bu böyledir. Gün be gün kendi hayatımızı kurarız. Çogu zamanda da, yaptıgımız işe elimizden gelenden daha azını koyarız. Sonra hatamızı anlarız ama iş işten geçmiş olacaktır. Marangoz sizsiniz. Hergün bir çivi çakar, bir tahta koyar ya da bir duvar dikersiniz. “Hayat bir kendin yap, tasarımıdır” demişti biri. Bugün yaptıgınız davranışlar ve seçimler, yarın yaşayacagınız evi kurar. Öyle ise onu akıllıca kurun. Unutmayın. Paraya ihtiyacınız yokmuş gibi çalışın. Hiç incinmemiş gibi sevin. Kimse izlemiyormuş gibi dansedin. Ve lütfen, bu sözleri bir arkadaşınıza iletin. Ben ilettim.

85 Senelik

Yaşlı kadın geminin güvertesinde denizi seyrediyormuş. hava çok rüzgarlıymış ve şapkası uçmasın diye iki eliyle sıkı sıkı tutuyormuş. Derken bir genç adam teyzemize yaklaşmış. - “Hanımefendi, kabalık etmek istemem ama rüzğardan eteğinizin havalandığını bilmeniz gerek diye düşündüm”. Teyze hiç oralı olmamış; - “Evet ama ne yapabilirim, bu şapkayı iki elimle ancak tutabiliyorum, yoksa bırakayım uçsun’mu?”. - “Ama hanım efendi ben demek istedim’ki eteğiniz havalandıkça bazı yerleriniz görünüyor!”. Teyzemiz adama şöyle bir bakmış ve gülümsemiş; - “Evladım. Eteğimin altında görünen 85 senelik ama ben bu şapkayı dün aldım!”.

Bizi izler misiniz?

Yetmişlerinde bir çift. Doktora gelmişler. “Doktor” demişler. “Sevişirken bizi izler misiniz?” Doktor şaşkın bakmış. Demek bir sorunları var. Tıp adamı olarak yardım etmek zorunda.”Peki” demiş. Çift yatağa uzanmış. Doktor izlemiş ve teşhisini bildirmiş: “İkiniz de gayet sağlıklısınız. Sevişmeniz fevkalade. Merak edecek birşey yok. Viziteniz 32 dolar. Bu da faturanız.” Ertesi hafta çift gene gelmiş doktora. “Sevişirken bizi izle” diye. Gene izlemiş doktor. Gene sorun yok. Gene vizite 32 dolar. Her hafta çift randevu alıyor, geliyor, sevişiyor, parayı ödüyor, çıkıp gidiyor. Bir türlü birşey bulamayan doktor sonunda dayanamamış. “Bana biraz yardımcı olun. Sıkıntınız ne, söyleyin.” Adam cevap vermiş: “Herhangi bir sıkıntımız yok. Birşey bulmanızı da istemiyoruz. Bu kadın evli. Onun evine gidemiyoruz. Ben de evliyim. Benim evime de gidemiyoruz. Hilton geceye 78 dolar istiyor. Sheraton 82 dolar. Buraya ise sadece 32 dolar ödüyoruz. Onun 28 dolarını da sigortamız fatura karşılığı ‘Doktor muayenehanesinde ziyaret’ fonundan geri ödüyor!.