Dünyanın banağzından olduğu günlerdi. Sanırım birkaç
defasında da evden ağlayarak dışarı çıkmıştım. Hayatım kararmıştı da bir
ışık bekliyordum sanki ama yoktu. İşte şöyle düşündüğüm günlerde daire
kapıma sıkıştırılmış bir Mektup buldum. Hayretle baktım üzerinde
göndericisi yazmayan zarfa. Sonra odama girip açtım. "Acıları paylaşmak
insanların vazifesidir" diyordu. "Senin geçtiğin sokakta ben de vardım.
Ama bir sokakta ya ben olmamalıydım veya paylaşıİmamış acılarını içinde
gezdiren bir insan!. "Mektubun sonunda da isim yazmıyordu. Peki kimdi
bu? Kimdi, neden yazmıştı bu notu ve neden bana yazmıştı? Aslında hoş
sözlerdi. Ve aslında bir mektuba da deliler gibi ihtiyacım vardı. Acaba
dediğini yapacak mıydı, yazacak mıydı her gün?. Bunu zaman gösterecekti.
İlk gün kafam karıştı. Hem kendi problemlerimi hem dün gelen mektubu,
hem de yeni mektupların gelip gelmeyeceğini düşünüyordum. Sonraki gün
posta kutumda beyaz bir zarf buldum. Kalbimin çarptığını hissettim. Yazı
aynıydı, odama girip okumaya başladım mektubu. Bu inanılmazdı. Bir
bardak su içercesine bitiverdi mektup. Doymadım! Bir bardak su daha
almış gibi kendime ve susuzluğumu kandırır gibi yeniden okudum altı
sayfayı. Sanki tanıyordu beni, sanki yıllardır dertleşiyordum onunla.
Altıncı sayfanın sonunda diyordu ki; "Yarın yine yazacağım. "Yarın yine
yazdı, öbür gün yine. Ve sonraki günler yine yazdı. Her mektubunun
sonunda, yarın yine yazacağına ait not vardı ve her gün de dediğini
yapıyordu. Her gün işyerinden dönerken kalbim çarpıyordu heyecanla. Her
gün görüyordum posta kutumun bugün de boş olmadığını ve gariptir; artık
yapayalnız olmadığımı, kalbimin boş olmadığını hissediyordum. Bu
mektuplar yüreğime giriyor sıkıntılarımı eritiyor ve beni yarınlara
doğru itiyordu. Zannediyordum ki; bunlar olmadan
yaşayamayacağım.şöylesine alışmıştım ki onlara, olmasalar sanki nefes
alamayacağım!. Vakit buldukça oturup eski mektupları bile yeniden
okuyordum. Zaman geçti ve zamanla beraber sıkıntılarımda geçti. O
günlerden geriye sadece eski mektuplar kaldı. Bir gün içimde karşı
koyamadığım bir merak peydahlandı; kimdi bu? Nasıl biriydi? Onunla
ilgili her şeyi merak etmeye başladım. O her gün yazıyordu ve nasılsa
her gün yazmaya devam edecekti. Bundan emin olduğum için de, yazılarında
anlattıklarından çok nasıl bir kalemle yazdığına, neden bu kağıdı
seçtiğine, yazı stiline aklımı takmaya başladım. Yazılarışöylesine deva
olmuştu ki bana, onunla ilgili her şey de mükemmel olmalıydı. Ama her
şey. O gün evde kalmıştım. Kahvaltı yapmış ve bu harika mektupların en
azından nasıl birisi tarafından getirildiğini görmeyi koymuştum kafama.
Öğle vaktine doğru sokağa gören postacıyı gördüm. Koşarak aşağı indim.
Mektubumu kutuya bırakmıştı, eli henüz havadaydı. Göz göze geldik. Aman
Allahım. Aman Allahım, bu ne kadar çirkin bir adamdı şöyle! Dondum
kaldım. O da başını eğdi döndü ve gitti. Ordaşöylesine bekliyordum
şimdi. Kutuyu açıp mektubu bile alamıyordum. Bunca zaman, bunca güzel
bir mektubu, bu kadar çirkin biri mi taşımıştı? O öptüğüm, kokladığım,
göğsüme bastırdığım, yastığımın üzerine koyduğum mektuplarıma benden
önce bu adamın mı eli değmişti? Saçmaladığımı biliyordum ama şöylesine
güzel duygularıma bu çirkin yaratık karıştı diye az önce getirdiği zarfı
alamıyordum. Kapıyı açtım, dışarı çıkıp bir adım attım. Çoktan
gitmişti. Neye olduğunu bilmiyordum ama çok kızgındım. Zarfa dokunmadan
çıktım yukarıya. Odama girdim, eski mektuplarıma baktım. Biliyordum,
onlar benim en zor günlerimle bugünüm arasında köprü olmuşlardı, ama
onlara da dokunamadım. Bu güzelliğe bu çirkinliği yakıştıramıyordum!
Ertesi gün iş dönüşü baktım ki, kutuda hâlâ o aynı kirli mektup var!
Almadım. Sonraki gün baktım; aynı mektup yine yapayalnız beklemekte. Bir
kaç gün sonra ise kutuya bile dönüp baİmamaya başladım. Altı yedi hafta
sonra dünya yine kıranlık gelmeye başladı bana. Bir dosta, bir morale
ölürcesine ihtiyaç duymaya başladım. Her şey çok ağırlaşmıştı yeniden.
Uyku bile uyuyamıyordum. Mektup aklıma geldiğinde gece yarısını
geçiyordu. Tereddüt bile etmeden aşağı indim, kutumu açtım ve mektubu
aldım. Bir saat içinde üç defa okumuş, özlemiş olarak göğsüme bastırmış
ve uzun zamandır ilk defa şöylesine huzur içinde uyuyabilmiştim. Bunlar
benim ilacımdı biliyordum. En çok o gün merak etmiştim, bir daha ne
zaman yeni bir mektup geleceğini. Ve o akşam gözlerime inanamadım;
kutumda mektup vardı. Yazı aynıydı, zarfta yine isim yoktu. Üstelik
bunda postanenin damgası da yoktu. Açtım zarfı; içindeki kısacık
mektupta şunlar yazıyordu; "Sana gelmiş bir mektubu kırk sekiz gün
okİmamakla ne kazandığını bilmiyorum. Ama artık benim sana yazmaya
vaktim olmayacak. Çünkü tayinim çıktı ve bugün başka bir şehre
gidiyorum. Hoşçakal! Çirkin Postacı. " donmuş kalmıştım şimdi. Derin bir
pişmanlık düğümlendi boğazıma, hıçkırarak eve girdim. Çantamı açtım;
tarakların, rujların ve diğer karışıklığın arasında bulduğum mavi göz
kaleşöyle, bir kağıda; "Lütfen bana tekrar yaz"yazıp posta kutuma
koydum. Bir daha hiç kilitlemediğim kutuda, aynı notum iki yıldır
yapayalnız bekliyor.
17 Ekim 2016 Pazartesi
Çirkin Postacı
Yaşanmış Hikayeler
Etiketler:
Yaşanmış Hikayeler
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder